5 Şubat 2011 Cumartesi

Aşka Aşık (1. Bölüm)

Aşık olmak istiyorum. Sevmek istiyorum. Ama olamıyorum! Sadece hoşlanabiliyorum birilerinden. Yetmiyor bana. Filmlerdeki karşılıksız aşklara özeniyorum. Günümüzün kirli koşullarında uçuk bir hayal sayılsa da kurduğum yüreğimi sonsuza dek ısıtacak kişiyi bir gün bulabileceğime dair inancımı yitirmemeye çalışıyorum. Yetmiyor çünkü bir aşk şarkısının ya da bir filmdeki romantik sahnenin anlık ısıtması artık bana. İki kişilik romanımın başrolünün biri hazır. Ben... Ve kalbime denk bir kalbi diğer baş rol için bıkmadan arıyorum.
Zamanla aşık olabileceğime inanmıyorum. Bir şey bekliyorum... Bir ışık bekliyorum belki, düştüğümde kaldırmak için uzanan bir el belki. Belki de beyaz atlı prensimi. Beni ben olduğum için sevecek, bana sınırlarımı aşmadan aşık olacak birini arıyorum. Ve sonsuza dek tertemiz sevmesini istiyorum beni. Çok şey mi istiyorum yoksa? Öyleyse bile bu konudaki toyluğuma verin. Çok yakışıklı olmasa da olur. Belki biraz karizmatik olmalı ya da sempatik... Aslında sadece insan gibi biri olsa ve aşk dolu gözlerine bakarak geçse tüm ömrüm onun aşkı güzelleştiririr zaten benim gözlerimde bedenini de. Belki biraz beylik laflar ettim. Çok çirkin biri gelse beğenmeyeceğim belki. Sahi ruhunun güzelliği biraz da yüzüne yansısa olmaz mı?
Şu elektrik lafı oldum olası garip gelmiştir kulağıma ama aşk gerçekten de biraz da uyum işi değil mi? Onu görürsün ve işte bu dersin. Tanıdıkça sevemezsin. Aşkı yaşamamış biri olarak kesin yargılara sahip olmam ilginç gelebilir belki. Ama bir hoşlanma dahi olsa yaşadığım, tanıdıkça sevemedim ben kimseyi. Tanıdıkça soğuduklarım oldu ama sevdiğim hiç olmadı. Yalancı bir ısınma olsa da sevmediğim kişiye karşı içimde bazen, çok geçmeden yanıldığımı anlayıp ondan uzak durmanın en iyisi olduğuna karar verdim. Hep ilk izlenimlerimle hareket ettim. Belki de önyargıydı hepsi. Yanıbaşımdaki fırsatları teptim belki de bu yüzden defalarca. Ama ne olursa olsun, tanıdığım birine, bir arkadaşıma aşık olma fikri hep itti beni. Belki de bu yüzden yıkıldım en yakın arkadaşımın bana aşık olduğunu öğrendiğimde!..
Mezuniyet günü gelip çatmıştı. Bugüne abartarak sene başından beri hazırlanan arkadaşlarımın aksine ben son güne dek hazırlanma gereği duymamıştım. Birkaç ay öncesine kadar rutin okul gezilerine dahi 1 hafta öncesinden hazırlanan ben ne çok salmıştım kendimi son aylarda. İşin ciddiyetini kavramıştım sanırım. Aslında ders çalışmaya pek ihtiyacım olmamıştı şu ana dek olan öğrenim hayatımda. Üşenmeyip sınavlardan bir iki gün önce konuları tekrar edersem sınıfın en yüksek notlarını alırdım. Sözlü notlarım da dersi genellikle takip ettiğimden yüksek olurdu. O gün dersi pek iyi anlayamasam da hocaya dersiyle ilgili karmaşık ve güncel araştırma gerektiren bir soru sorar dersiyle ilgilendiğimden beğenisini toplardım. Hele ki müfredat doğrultusunda ilerlemesi gereğini, kendini öğrencilik yıllarındaki emektar kitaplarının içindeki bilgilerinin ötesinde geliştirmemesine bahane olarak kullanan bir öğretmense karşımdaki sorduğum soruyu ertesi güne araştırıp getirmem istenir ve ertesi gün internetten öğrendiğim bilgiler ışığında yaptığım yorumlar sonucu mest olan öğretmenimin beni dahi ilan etmesi, en güzel sözlü notunu vermesi gecikmezdi.
Tabii ki ÖSS'de bu türlü bir sistem geçerli değildi ve ezberci eğitimin gerektiği şekilde bir robot gibi yemeden, içmeden, gerekirse – ki gerekirdi- uykusuz kalarak, duyguları, umutları, arkadaşlık, akrabalık ilişkilerini bir yana bırakarak bıkmadan çalışmak gerekirdi. Robot arada bir tutukluluk yapardı, biz yapamazdık. Robotun arada yağlanması gerekirdi, bizi her fırsatta yeterince çalışmadığımıza dair yeren çoktu ama yağlayanını bulamamıştık. Robotun komutu kumandayı kullanan tek kişi tarafından verilirdi. Bizimse mantığımıza ve ergen duygularımızla her daim ters düşen tutarsız kişilerce elden ele dolaştırıldı kumandamız.
Kimi ''doktor ol bizi hastahanelerle uğraştırma'' derdi, kimi ''öğretmen ol yok tatil derdi''... Ne tıbbı kazanmanın imkansızlığı sökerdi onlara ne de yıllardır kurduğun meslek hayalleri. Yalnız annen baban olsa iyi, amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, hiç tanımadığın komşular, adını bile hatırlamadığın çocukluk arkadaşının annesi falan girerdi devreye. ''Bak şunun oğlu bilmem nereyi kazanmış ama çocuk nefes dahi almadan çalışıyormuş.'' ''Bilmem kimin kızı ben annemi babamı bırakıp başka şehire gidemem. Hakkari'deki üniversite de bir İstanbul'daki de demiş'' lafları başlardı sonra. Ne iki şehir arasındaki puan uçurumunu anlatabilirsin ne zaten işe alınma yüzdenin çok düşük olduğu ortamda özgeçmişinde yazılı üniversitenin değerini. ''İnsanlara çok güvenme'' öğüdünü sıkça işittiğin annen ve baban, ayda yılda bir görüştüğü ve çay içmeye gittiği bir başka konu komşuda dedikodularının çokça döndüğü komşu kadına, senden daha çok güvenirlerdi kendi kendileriyle çelişerek.
Aileden ayrılıp başka yerlere kaçmak olmasa da amacın yanlış anlaşılırdın, inanmazlardı sana... Anne baba merak etmesin diye geleceğinden, hayallerinden vazgeçmesi istenirdi çocuğun. Evlat hasretinin fedakarlık karşısında ağır bastığı durumlarda, işlerine gelince kaderden bahsetmesini çok iyi bilen, fakat başka bir şehirde başının derde girmesi olasılığının, hemen hemen aynı büyüklükteki ailenle yaşadığın şehirde derde girmesi olasılığından daha yüksek olduğunu düşünüp, başka şehirde okunmaması gereğine dair bilgiler de kodlanır çocuğun beynine türlü ajitasyonlar ve kumandası yardımıyla evladının saygısından kendini çiğneyemeyeceğinden emin ebeveynler tarafından.
Tüm bu konulardaki bilgi ve tecrübeler de sabah, öğle, akşam çocuğun anlamasını iyice kolaylaştıracak şekilde(!) ''zararsızca'' ve tamamen ''iyi niyetle'' verildikten sonra; ''Hadi çocuğum dersini çalış bakalım!'' denir. Zaten kendi derdi kendine yeten öğrencinin beyni boş bilgilerle doldurulduktan sonra odasına gönderilerek ilgili konudaki ailevi sorumluluklar tamamlanır. Tabii bu olay her gün devam etmelidir yoksa öğüdü bir kere dinledikten sonra verilen öğüt ışığında kendi kararını verme olgunluğuna henüz erişmemiş(!) ve denileni bir defada anlayacak zekaya sahip olmayan(!) -anlamadığının göstergesi olarak çoğu kez ebeveynin isteğini harfiyen yerine getirmeyip robotluk vazifesini aksatması kabul edilir- hayat tecrübesinden yoksun -kararlarına bu kadar karışıldığı için hep öyle kalmaya mahkum- bu çocuk yanlış yollara (!) sapabilir.
Benim de ''Beğenmediği değiştirmek, beğenmediğin yollardan geçip yüksek mevkiilere ulaşmadan mümkün değildir.'' felsefesine yönelmem bulunduğum ortamda çok fazla gecikmedi haliyle...
Bu yüzden bir süre tüm duygularımı, hayallerimi bir kenara bırakıp nefes almadan çalıştım ben de bilmem kimin oğlunun yaptığı ve tıpkı ailemin istediği gibi. Günümüz sistemi doğrultusunda çalışmam gerektiği konusunda haklıydılar ve bu yüzden işin haklı oldukları kısmında onların dedikleri olacaktı. Fakat bölüm ve şehir seçimi konusunda temennilerini karşılayacak bir karar vermem gerektiği konusunda şüpheliyim. Yine de şimdilik onlarla çatışıp boş kavgalara sebebiyet verecek değilim.
Dediğim gibi arkadaşlarım mezuniyette giyecekleri kıyafeti araştırırken ben oldukça çalıştım ve ÖSS beklemediğim kadar iyi geçti. Bunda bana okuldaki eksik defterlerimi tamamlayarak, dershane etütlerinde soru sırasını bana vererek, okul ve dershaneden arta kalan zamanlarda evimde ekmek arası bir şeyler atıştırırken benimle birlikte test çözerek bana her daim yardım ve eşlik eden canım dostum Barış'ın da payı olmadı değil. Hatta belki de benden bile çok payı vardı başarımda.Onun da çok iyi geçmişti sınavı ve başarısının mimar yardımcısının ben olduğumu söyleyip duruyordu. Onun başarısının değil, kendi başarımın mimar yardımcısıydım ben ve o her ikimizin de başarısının baş mimarıydı.
Nefes alacak vakti zor bulsak da nefes aldığımız ender anlarda beni çokça güldüren, ailemin bir arkadaşımın evimize gelmesi yasağını iyi niyetiyle kaldıran, bıkmadan bana derslerimde yardım eden ve yoğun ders çalışma tempom yüzünden ilgilenmediğim arkadaşlarım arasından bana küsmeyen ve yabani gözüyle bakmayan tek kişiydi o. Her şeyiyle benim aynımdı sanki. Sevimli ikiz kardeşim gibi!
Elbette mezuniyetimizde de kavalyem olmasını isteyebileceğim tek erkekti. 1 ay önceden heyecanla anlatmıştı bana beyaz smokinini. Beğenip beğenmediğimi sormuş, ne farkedeceğini sorduğumda yüzündeki acı gülümsemeyle kabalık ettiğimi düşündürmüştü bana. O acı gülümsemenin nedeninin bir beklenti olduğunu nereden bilebilirdim? Ne isterse veririm dediğim dostumun benden zaten onun olan kalbimi başka bir fonksiyonda -dostluk yerine aşkla- kullanmak isteyerek, omuzlarıma onu kaybetmeme neden olabilecek bir kararın yükünü yükleyeceğini nasıl hissederdim? O geceye kadar hissedemezdim. Mezuniyet gecesine yönelik duyduğu heyecanın altında yatan nedeni o gece anlayacaktım.(devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder