5 Şubat 2011 Cumartesi

Aşka Aşık (8. Bölüm)

Az sonra kampüsün içindeki yurda vardık. Taksicinin bagajdan çıkardığı bavullarımı adamın elinden kapıverdi Emre dur dememe kalmadan. Gerek olmadığını söylesem de ikna olmadı. Aslında bavullarım oldukça ağırdı ve birinin onları benim yerime taşıması çok hoştu. Yurdun kapısına geldik, kimliğimi gösterip içeri girdim fakat Emre'ye burası bir kız yurdu olduğundan onu yukarıdaki odalara ne sebeple olursa olsun alamayacaklarını söylediler. Emre'nin abim olduğunu söylemesi de kar etmeyince vedalaştık ve girişteki görevli kadının önünde zorunlu bir abi-kardeş piyesi sergiledik. Emre iyi birine benziyordu ama pekala aklı başında her insan bu kadar kısa bir zaman için kendini istediği şekilde tanıtabilirdi. Bu yüzden odama çıkamaması ve yurda her istediği zaman gelemeyecek olması hoşuma gitmişti. Böylece ben istemedikçe aramızda gereksiz bir yakınlık oluşmayacaktı. Ayrıca yurdun çok övülen güvenliğini kendi testimle denetlemiş ve her şeyin içime sinmesini sağlamış bulunuyordum. Bir taşta iki kuş yani. :)
Odama çıktım. Beni biri kumral, uzun boylu oldukça hoş, diğeri sarışın, biraz kilolu fakat çok şirin iki kız karşıladı.
Selam! Ben Özlem. Oda aradaşınızım.
Ben Selma canım. Tanıştığıma sevindim.
Konuşan sarışın olandı. Ardından kumral elini bana doğru uzattı ve tokalaştık.
Ben de İlknur. Hoşgeldin.
Teşekkür ederim. Her ikinizle de tanıştığıma sevindim.
''Biz de seninle tanıştığımıza sevinip sevinmediğimize zaman içinde karar vereceğiz, hadi bakalım.'' diye homurandı kumral duymayacağımı sanarak. Bu cümle moralimi çok bozdu. Kimi zaman aynı odayı kardeşinle paylaşmak dahi yeterince zor bir durumken hiç tanımadığım ve şimdiden geçimsiz olduğunun sinyallerini veren bir kızla aynı odayı paylaşmak elbette ki çekilmez olacaktı. Kötü düşünmemeye çalışarak, hayalimin gerçekleştiği bu günde moralimi bozmama gereğimi kendime hatırlatmaya çalışsam da yurtta yapamayıp eve çıkan arkadaşlarımı eleştirdiğim günler aklıma geldikçe utanmadan edemedim.
Az sonra telefonum çaldı. Tabi ki arayan yine annemdi. Annemin soru yağmuruna tutulmuş halimi yeni tanıştığım bu kızlara gösterip ellerine malzeme vermek istemediğimden odanın dışında konuştum annemle. Odaya yerleşip yerleşmediğimi sordu, gece olmadan yerleşmem için fazla meşgul etmek istemeyip uyumadan aramamı tembihleyip telefonu kapattı. Şimdiden özlemiştim onu. Sonnra babamı, ablamı, kardeşimi... Dur bakalım Derya, böyle yaparsan seninle işimiz var diye düşündüm ve kendimi toplayıp, odama doğru yürüdüm. Odaya girdiğimde kumral gitmişti. Selma içten bir şekilde gülümsedi bana. Bu kız, diğerinin aksine uyumlu biriydi. Umarım iyi arkadaş oluruz diye geçirdim içimden.
Yurdu gezmek ister misin?
Aslına bakarsan annemlerle geldiğimde gezmiştim burayı. Ama yine de neyin nerde olduğunu tam olarak hatırlamıyorum. Yani çok ii olur. Ama önce odaya yerleşsem? 1 saat kada sonra falan vakit ayırabilir misin bana?
Tabi, neden olmasın... İstersen yerleşmene de yardım edebilirim.
Çok sevinirim.
Dolapta dondurma var, çilekli, sever misin?
Bayılırım.
Tam da iki kişilik kalmış, al bakalım.
İlknur kızmasın.
Yok ya, ona ne? Karışmasın hiç, fena olur. Ben almıştım zaten bunu
Peki o zaman, teşekkürler. Ya gelir gelmez dedikodu yapmak istemiyorum da, neden öyle dedi bana İlknuur?
Sevinip sevinmeyeceğine karar verme meselesi mi? :)

Evet.
Ya biraz eseneklidir o öyle. Aslında iyi kızdır da, karşısınakine öyle hemen güvenmez. Sinirleri bozuk hem bu aralar. Notları bayağı düştü de.
Neden?
Ya, bir erkek arkadaşı vardı. Ondan yeni ayrıldı da. Çok kıskançtı çocuk, en sonunda dayanamayıp terketti İlknur bunu. Adam öyle hastalıklı bir şeydi ki hesap et, dersine verdiği önemi bile kıskanıyordu. Bizimki de çocuk üzülmesin diye dersleri ekip ekip onun yanında bitiyordu. Eee geç oldu biraz tabii ama ayrıldı çocuktan. Geçen sene 2 dersten kaldı, onları verecek bu sene de memleketine dönecek. Son senesi bu sene. Bir de geçenlerde Alp geldi, eski sevgilisi işte. Bir de sarhoşmuş galiba. Gecenin bir yarısı kapıda İlknur, İlknur diye bağırdı. İçeri gireceğim demiş, güvenlik almamış tabii, bu da rezalet çıkarmış. Allah'tan üç tane daha İlknur var yurtta da müdür hepsini birden çağırdı odasına bizimki dahil hepsi inkar edince adamı tanıdıklarını, sarhoş adam bir alt sokaktaki yurtla karıştırmıştır burayı diye geçiştirildi durum da hali yamandı yoksa bizimkinin. Hemen ailesi çağırılır, uyarılırdı. Hatta belki 2 dersi kala yurttan atılırdı. Şimdi de deli gibi çalışıyor işte, bu olaylardan sonra siniri de yıprandı tabii.
Vay be. Öyle bir adama tahammül etmek zor olsa gerek. Sağol anlattığın için Selma.
Ne demek canım, önemli değil de yeter ki sen İlknur'a durumu bildiğini belli etme, yoksa öldürür beni bak. Bir de son olarak şu ses kayıt cihazının hafızasını silip yeni bir kayıt dolduralım.
Ses kayıt cihazı mı?
Tabii ya! Sadece sevgilisiyle olan durum mu bozdu bunu sandın? İlknur gariptir böyle. Senden önceki kızı da böyle sınamıştı, beni de. Ama sadece ilk gün çalıştırır bu şeyi. Rahat ol yani. Zaten okula giderken de yanında götürür.
Odanın bir yerlerinde gizli kamera falan varsa onu da söyle de ona göre giyineyim. :)
Vallaha canım, bildiğim kadarıyla yok öyle bir şey odada. Şimdi şu cihazın hafızasını sileyim de biraz da havadan sudan konuşalım yoksa fena paralar İlknur beni.
Tamam, tamam.
Başlattım.
Hangi bölümde okuyorsun Derya?
Daha yeni başlayacağım. Hukuk.
İlk seneden yurt çıkması ne güzel. Benim 3. senem bu, geçen sene geçebildim yurda. Bu arada İlknur da hukukta okuyor.
Aaaa ne güzel. Senin hangi bölüm?
Tıp.
Çok iyiymiş. Ben de bir doktorla tanıştım bu gün yolda.
Selma sus işareti yaparak konuşmasına devam etti. Anlaşılan çok özele girmemem gerekiyordu. Bir süre daha havadan sudan konuştuk ve ben kanımın anında ısındığı bu kıza sürekli bir şeyler anlatmak için yanıp tutuştum ama ses kayıt cihazından korkarak ertesi güne erteledim anlatmak istediklerimi ve eşyalarımı yerleştirmeye koyuldum.

Aşka Aşık (7. Bölüm)

Bu arada telefonuna mesaj geldi az önce. Sonra da biri çaldırıp kapattı ama sen duymayınca seslenmedim ben de. Nasılsa birazdan kalkınca bakarsın diye.
Telefona baktım. Mesaj Zeliha'dan gelmişti. '' Canım kusura bakma, anayolun ortasında kaldık arabayla. Motorda bir arıza var sanırım. İte ite kenara çekti abimler arabayı. Ordan taksiye bin, ya da az ilerde duraklar var. Otobüse de binebilirsin. Kusura bakma tekrar. Elimden gelen bir şey yok, eminim bakarsın sen başının çaresine. Öpüldün, varınca mesaj at...''
Annemler çalınmasın diye yanıma para yerine banka kartı vermişlerdi. O da ne otobüste ne de takside geçmezdi. Zeliha'ya güvenip yarı yolda kalmıştım işte. Zeliha'yı buraya çağırmak, en azından beraber bir taksiye binmek umuduyla aradıysam da telefonuna ulaşılamıyordu.
Ne oldu Derya?
Yok bir şey...
Hiç de öyle görünmüyor ama neyse bakalım. Arkadaşın gelene kadar beklememi ister misin?
Yok hayır teşekkürler. Çok yorgunsun sen de.
Benim için sorun değil. Yardım edebileceğim bir konu varsa?
Emre, daha bir kaç saat önce tanıştık bu yüzden sormak istemiyorum aslında. Niyetimi yanlış anlayabilirsin ama gelirken yanımda hiç nakit getirmedim. Bir banka kartım var sadece ve arkadaşım arabası bozulduğu için beni almaya gelemiyormuş.
İstersen birlikte taksi tutabiliriz.
Dedim ya, param yok. Buralarda bir banka varsa çekeyim hemen.
Canım, ne olacak. Borcun olur. Hem, burda bir banka olduğunu hatırlamıyorum.
Borç mu?
Evet. Ne o benimle bir daha görüşmemeyi mi planlıyordun yoksa? :)
Hayır. Aksine msn adresini isteyecektim az sonra. Ankara'da pek tanıdığım yok belki konuşabiliriz diye. Ama böyle ilk tanıştığı kişiye taksi parasını ödetiyor gibi bir izlenim yaratmak istemedim sadece gözünde.
Gözümde gayet iyi bir izlenim yarattın merak etme. İyi biri olduğundan oldukça eminim. Bak bu benim kartım.Telefon numaram var burda. İstediğin zaman arayabilirsin. Işinin düşmesini bekleyip falan özletme sakın kendini. Yerleşir yerleşmez sohbet için de ara. Msne gelince, pek kulllanmam ama adresim şu. Bak yazıyorum kartın arkasına. Tamamdır.
Bu da benim numaram.
Oooo! Hazırda numara taşımaya başlamışız. Daha avukat olmadan kartlar falan... :)
Yok ya! Evden çıkarken annem Zeliha'nın numarasını istedi. Ben de aceleden kendi numaramı yazdım yanlışlıkla önce. Bunu da cebime atmışım. Ondan yani.
Tamam tamam. Şaka yaptım sadece. Eeee binelim mi taksiye?
Tamam ama borç. Paramı çeker çekmez ödeyeceğim.
Tamam borç. Bu arada az önce annenin arkadaşının numarasını aldığını söyledin ya. Onu arayıp, onla olmadığını öğrenince telaşlanmasın.
Ayyy! Hiç aklıma gelmemişti. Ne yapacağım? Annem Harun Abi'yi telefona istemeden bırakmaz ki beni. Tanımıyor ya, mutlaka bir sesini duyup göz dağı vereyim der. Of!
İstersen ben konuşabilirim. Harun Abi'nin yerine yani. Sonra da Zeliha'yı arayıp durumu anlatırsın.
Çok sağol Emre! Hııh! Annem arıyor işte.
Vardın mı kızım?
Vardım anneciğim, vardım.
Vardın da neden aramıyorsun bakayım?
Şimdi indim otobüsten. Harun Abiler gelmiş bindim arabaya, gidiyoruz.
Ver bakayım, Harun'u bana.
Neden anneciğim? Tanımıyorsun bile adamı...
Ver telefonu da tanışalım öyleyse.
Peki anneciğim.
Alo oğlum?
Efendim, nasılsınız?
İyiyim iyiyim oğlum. Bizim kız da iyi inşallah. Umarım araba kullanırken konuşmuyorsun benimle?
Yok yok efendim merak etmeyin, sağa çektim.. Yalnız durduğumuz yer pek iyi bir yer değil, yanlış anlamayın ama bir an önce hareket etsek iyi olacak.
Tamam oğlum. Uzatmadan bir söz alayım senden öyleyse. Orda kızıma göz kulak ol, yerleşmesine, eşyalarını tamamlamasına falan yardımcı ol. Hem oraları hiç bilmez o. Öğrenene kadar bir kaç kere getirip götürüver okuluna. Ben de arayacağım ama arada git bir kapıdan yokla. Bir eksiği ihtiyacı var mı diye. Arabayı da dikkatli kullan. Anlaştık mı?
-Anlaştık efendim.
Söyle Derya'ya sonra babası, kardeşleri falan da konuşmak istiyorlar onunla. Benimle de tekrar o zaman konuşur. Selam söyle ona da, devam edin yolunuza geç kalmayın siz. Yurda gidin şimdi bir. Kaydı falan beraber yaptırın. Hadi çocuğum, iyi günler.
Size de teyzeciğim. Hoşçakalın.
-Çok saygılıydın ve çok iyi rol yaptın. Tekrar sağol.
Ben rol falan yapmadım ki! Hatta yalan bile söylemedim.:) Hadi binelim taksiye.
Peki.
TAKSİDE
Nereye abi?
Yurt nerde Derya?
Cebeci.
Tamam, Cebeci'ye öyleyse.
Emre, senin işin ne tarafta peki?
Cebeciiii
Hadi canım?
Evet. Annene söz verdim. Sana göz kulak olacağım Ankara'da.
O sözü Harun Abi adına verdin.
Olsun ben yine de gelmek istiyorum. Hem, İzmir'e ilk geldiğimde benim de yardıma ihtiyacım olmuştu.
Evine gidip görüşsene ailenle.
Dert etme! Annemle babam sabah yürüyüşündedirler şimdi muhtemelen. Sonra da kahvaltıya giderler. Geleceğimden haberleri yok zaten. Sorun değil yani.
Off nasıl ödeyeceğim ben sana borcumu? :)
Orası kolay. İzmir'de yalnızım biliyorsun. Bir gün gelir bir çayını içerim ödeşiriz. :)
Tabii, tabii memnuniyetle.(devam edecek)

Aşka Aşık (6. Bölüm)

Hayalin bu senin Derya... Hatırla, hatırla ve gevşe artık! Gerçekten bütün geride bıraktıklarımın ötesinde müthiş bir gelecek bekliyor beni! Tam rüyalarımdaki gibi işte! Yaptığım en uzun yolculuk olacak bu. Sadece İzmir'den Ankara'ya gidiyorum ama bugüne dek İzmir'e yakın bir tatil beldesine her yaz gitmek dışında yolculuk yapmamış olan benim için en uzun yolculuk haliyle... Ve bu yolculuğu yalnız yapıyorum. Hiç inandırıcı gelmiyor aslına bakarsanız. Annem, babam bir yerlerden çıkıvericekmiş gibi geliyor. Hatta bir süre annemlerin otobüsün önünü kesip, beni arabaya bindirip eve götürecekleri düşüncesiyle oturuyorum koltuğumda. Sonra bana pek de gerçek gelmeyen bu anın tadını çıkarmaya karar veriyorum. Öyle ya! Belki de bir rüyadayım...
Az sonra omzuma düşüyor yanımdaki yolcunun başı. Belli ki yorgun biri diye düşünüyorum önce. Uyandırmayayım diyorum. Sonra uyandırmaya karar veriyorum. Belki de uyuyor numarası yapıyor, annemler az uyarmadı evden çıkarken bu zamanda her türlü düzenbazlığa başvurur insanlar diye. Tam dürtüp uyandıracakken adamı kendisi kalkıveriyor ve şu konuşma geçiyor aramızda;
Kusura bakmayın. Ne kadardır omzunuzdayım bilmiyorum ama, umarım rahatsızlık vermemişimdir. Önemli bir ameliyattan birkaç saat önce çıktım da. Tekrar kusura bakmayın.
Önemli değil. Yeni uyudunuz daha. Hastasınız demek. Geçmiş olsun. Ameliyattan sonra yolculuk fazla yorucu olmuyor mu?
Evet oldukça yorucu oluyor. Ama ben hasta değil doktorum. Diyalize bağlı bir hastaya böbrek nakli gerçekleştirdik de...
Doktorsunuz demek! Ben de sizi böyle genç görünce...
Genelde bu tepkiyle karşılaşıyorum zaten. Ama 1 sene önce mezun oldum ben. Ameliyatlara da yardım ediyorum sadece. Gün içinde başka yorucu işler de oluyor. Ege Üniversitesi'nde çalışıyorum. Ordaki tempoyu tahmin edersiniz. Tabii İzmirli'yseniz...
Evet İzmirli'yim. Ve az çekmedim hastahane kuyruklarında...
Bir de o kapısında beklediğiniz odanın içinde olduğunuzu düşünsenize... Sıranızı beklerken müzik dinleyebilirsiniz, kitap okuyabilirsiniz ya da ne bileyim biriyle sohbet edebilir hiç olmadı etrafınıza bakınabilirsiniz. Muayeneye girdiğinizde de burdaki işiniz en fazla yarım saat falan sürer. O da ciddi bir durum varsa. Oysa biz nefes bile almaya vakit bulamadan sizin gibi onlarca insanı muayene ediyoruz her gün. Neyse sıktım sizi de mesleki sorunlarla.
-Yok, hayır sorun değil. Sıkılmadım ben. Aksine söyledikleriniz empati kurmamı sağladı. Doktorları eskisi kadar zalimce eleştirmeyeceğim sanırım artık.
-Buna sevindim. Bizi bir parça anladıysanız ne mutlu bize...
Aynı dertten muzdarip bir çok mesteklaşınız vardır eminim. Kendinizi yalnız hissetmeyin.-Teşekkür ederim. Bu arada adım Emre.
-Ben de Derya.
-Tanıştığıma sevindim.
-Ben de. Peki Emre Bey, özel bir soru olmayacaksa Ankara'ya neden geldiniz?
-Ailem burda yaşıyor. Ben de hastahaneden 10 gün kadar izin aldım, burda onlarla vakit geçireceğim.
-Herkes yazın izin alırken, şimdi izin almanız ilginç.
-Ailem yurtdışındaydı da. Kendi başıma tatil yapacağıma onlarla olmayı yeğledim. Peki ya siz ne arıyorsunuz Ankara'da?
Okumaya geldim.
Hangi bölüm?
Hukuk Fakültesi.
-Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'yse eğer çok iyi bir okuldur.
Evet, orası.
Kazanmak için epeyce çalışmış olmalısınız.
Siz de tıbbı kazanmak için en az benim kadar çalışmışsınızdır.
O sırada telefonum çaldı. Yola çıkalı henüz yarım saat olmasına rağmen annem arıyordu;
- Alo?
- Alo kızım?! Nasıl gidiyor bakalım yolculuk?
- İyi anneeciğim. Yarım saat oldu zaten otobüse bineli..
- Kızım, bak sen orda yol iz bilmezsin. Zeliha beni karşılar dedin de. Aklım sende kaldı yine de.
- Karşılayacak anneciğim. Abisinin arabası var alacaklar beni garajdan. Merak etme hiç. Bak şimdi şarjım az. Arabaya binince arayamam sonra.
- Doğru kızım doğru. Tanımadığın adamın arabasında... Şarj lazım olur tabii...
Anneciğim, yapma! Zeliha olacak yanında. Hem ben tanıyorum Harun Abi'yi çok iyi biri.
Nereden tanıyormuşsun bakalım?
- Anneciğim kapatmam lazım. Şarj...
- Tamam kızım tamam. İyi yolculuklar sana...
-Sağol anneciğim.
Emre gülümseyerek bana baktı ve tekrar konuşmaya başladık;
Ankara'yı pek bilmiyorsunuz annenizin telaşına bakılırsa.
Pek bilmiyorum demek bile bildiklerim için fazla. Sadece internetten edindiğim bilgiler çerçevesinde tanıyorum burayı.
- Annenize şimdi hak verdim.
Aslında bizimkiler hep böyledir. Bize güvenirler ama dışarıya asla. Buraya gelmek için nasıl zor izin aldım bilemezsiniz. Dokuz Eylül Hukukla kıyaslayıp, oraya gitmemin daha sağlıklı olacağını tekrarlayıp duruyorlardı.
Benzer bir baskıyı ben de bir sene daha çalışıp Ankara'dan bir tıp fakültesi kazanmam yönünde görmüştüm. Tabii ki İzmir gibi bir yerde istediğim bölümü kazanınca bir sene daha beklemeyi göze alamadım.
Sizinki biraz mecburiyet. En azından aileniz size hak vermiştir. Benimse puanım İzmir'i tutarken uzağa gitmem onlara saçma geldi. Neyse ya. Yolun başından beri bir araba önümüzü kesecek, içinden annemler çıkıp beni eve götürecekler diye korkuyorum zaten. Kapatalım bu konuyu.
''Nasıl isterseniz.'' dedi gülerek. Ardından ''Size artık Derya dememde bir sakınca var mı? Böyle çok resmi ve zor oluyor da.'' diye devam etti.
- Tabii. Sorun değil Emre. Belki sen hastahaneden alışkındırsın resmi konuşmalara. Ama inan ben hiç sevmem.
Evet, insan ister istemez alışıyor tabii orada. Ama hastahane dışındaki yaşantımda bu tür resmi konuşmaları seven biri değilim. Sen de işinde böyle konuşmaya alışırsın bir kaç yıl sonra. Merak etme. :) Hakime sen dersen müvekkilin savunmasız kalabilir bak hem sonra. :)
Haklısın. Sana da siz demeye devam mı etsem yoksa? Hem bana da ağız egzersizi olur.
Yok yok Derya. Başkasıyla yap egzersizini sen. Vazgeçtim ya, hem hakimin seni mahkeme salonundan atıp atmaması biraz da onun sabrına bağlı. Boşver... :)
İyi, peki... :) Ya, ben bir şey sorsam ayıp olur mu?
Sanmam, ama bir sor bakalım :)
Benim biraz uykum var da... Hatta biraz değil... Çok fazla. Dün gece heyecandan uyuyamadım hiç. Bugünde yurda yerleşme falan zor olacak. Biraz uyusam? Yanlış anlama gayet hoş sohbet birisin...
Yok canım yanlış falan anlamam. Yanlış anlamam durumunda senin de sıkıcı olduğun ve benim de bu yüzden az önce uyuyakaldığım gibi bir anlam çıkar ortaya sonra ;) Demek yurtta kalacaksın... Biraz zordur ama ekonomiktir. Ailenin içi de daha bir rahat eder tabii... Neyse ya ben tutmayayım seni, uyu sen.
O bunları söylerken rüyayla karışık bir şekilde duyuyordum sözlerini. Az sonra uyuduğumu anlayıp sustu. Ya da ben derin bir uykuda olduğumdan duyamadım onu.
Derya! Şiiiiişşt Derya?! Hadi kalk, bak geldik Ankara'ya.
Ne? Ankara mı?
Evet, hadi kalk bakalım.
Aaaa, Emre ya bütün yol uyudum mu? Ve senin omzunda. Kusura bakma ya! Kolun kopmuş olmalı. Çok özür dilerim.
Olur mu ya? Hiç sorun olmadı. Ben de uyuyordum hem zaten. Hadi gel, inelim.
Otobüsten indik. (devam edecek)

Aşka Aşık (5. Bölüm)

Merhaba. Sen Kenan olmalısın.
Sen de Barış.
Evet. Tanıştığıma sevindim.
Ben de. Otursana.
Teşekkürler.
Eee nasılsın bakalım Derya?
İyi Barış sen?
İyiyim de beni bekleyeceğini sanıyordum.
Sözleştiğimizi hatırlamıyorum. Nerde nasıl buluşup gideceğimizi planlamadık ya. Kenan'ı bekletmeyeyim burda dedim.
Ya ne hoş beklemesin tabii Kenan.
Barış artık Kenan ile olan durumumdan hoşlanmadığını saklama gereği duymuyordu. Kısa bir sessizliğin ardından Kenan konuşmaya başladı.
Eeee Derya, gelecek planların neler bakalım?
İşte ÖSSye girdim bu sene, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi istiyorum ama bakalım.
Bakalım falan dediğine bakma sen onun. Çok iyi geçti sınavı.
Peki sen Ankara'ya gidince biz ne olacağız Derya?
Görüşürüz aşkım mutlaka. Her gün telefonlaşırız. Ara sıra gelirsin. Mesafeler sorun yaratmaz bizimki gibi aşklarda.
Tabi yaratmaz da, yine de özlerim ben seni. Hem ben de hukuk düşünüyorum. Belki aynı üniversiteye gideriz ha?
Sen ÖSS'ye mi girdin Kenan?
Evet Barışcığım. Bu sene bayağı iddialıyım. Geçen sene hukuğa yetmeyince puanım bir sene daha bekledim ama bakalım. Senin planın ne peki Barış?
Benim de iyi geçti sınavım. Annem yalnız İzmir'de. Onu bırakıp şehir dışına gitmem ben. Hem zaten psikoloji istiyorum.
Evet güzel bir alan o da.
Hadi kalkalım mı artık?
Otursaydık Deryacığım.
Yok Kenan kalkalım annem merak eder beni. Hadi Barış.
Ben bırakayım mı aşkım sizi?
Yok canım gerek yok, biz gideriz. Değil mi Barış?
Tabii tabii. Hoşça kal Kenan.
Hoşça kal Barış.
Görüşürüz aşkım.
Görüşürüz canım.
Kafeden çıktık ve bir taksiye binip mahalleye geldik. Bizim evin kapısında Barış şöyle dedi;
Ne zaman samimi olundu bakalım böyle bu çocukla?
Sen gelmeden az önce. Bir duysaydın söylediklerin. Çok tatlıydı.
Aman aman gerek yok.
Ne oldu Barış? Sen pek sevmedin galiba Kenan'ı?
Yok hayır ondan değil. Vaktim yok. Eve gidip bavulumu toplamalıyım. Yazlığa gideceğiz bugün.
Bugün mü? Tercihlere kadar yoksunuz yani?
Evet.
Bak sonuçlar açıklanır açıklanmaz ulaş bana. Konuşalım tamam mı?
Tamam.
İyi yolculuklar öyleyse.
Sağol Derya.
Barış o gün yazlığa gitti ve tercihlere kadar dönmedi. Ben de Kenanla bir daha görüşmedim. Ama Barış hala sevgili olduğumuzu sanıyor. Tercihlerimizi de Barışla birlikte yaptık. Aldığımız puanlar inanılmaz güzeldi. İstediğim okulu kazanmaya fazlasıyla yetiyordu puanım. Barış'ın da öyle. Tercihlerimi yaptım ve günlerce uyuyamadım. Tercih sonuçları geldiğinde her ikimiz de istediğimiz okullara kabul edilmiştik. Barış İzmir'e bense Ankara'ya. Barış bir ara Kenan'ın kazandığı bölümü sorsa da lafı geçiştirdim. Renk vermemek için sık sık Kenan konusunu açsam da yanlış bilgi veririm düşüncesiyle okulundan hiç bahsetmedim. Önce ailemi Ankara konusunda ikna etmek zor olsa da öğretmenlerimle yaptığım yoğun baskılar sonucu onları da ikna ettim. Yurtta kalacaktım. Tüm hayallerim birer birer gerçekleşiyordu. Bu inanılmaz güzeldi! Bavulumu topladım akrabalarımla, arkadaşlarımla vedalaştım ve ailemle birlikte garajın yolunu tuttum. Otobüse binmeden önce herkese sıkı sıkı sarılarak öptüm ve çok duygusallaştım. Ama bunu zar zor ikna olan annemi ve babamı kararından döndürmemek ve üzmemek için belli etmedim. Kardeşim ve ablamı da öptükten sonra otobüse doğru yürüdüm. Garipti. Yanımda bir büyüğüm olmadan ilk kez uzaklaşıyordum bu şehirden. İzmir'in deniz kokan havasını gitmeden son kez içime çektim. Ailemle telefonlaşabilir, internetten görüntülü konuşabilirdim hatta. Oysa bu kokuya duyulan özlem bambaşkaydı. Ankaranın asfalt yollarında, karlı sokaklarında kalın pardesülerle dolaşırken en çok da buranın sıcak iklimini, Kordon'un müthiş esintisi, denizimi, martıları özleyecektim galiba. Bu şairane düşüncelerimin hedefime ulaştığım mutlu günümde içime işlemesine izin vermeden otobüse bindim.
Otobüse bindiğimde içimi kovmaya çalıştığım o hüzün kapladı yeniden. Annem bu halimi bilse, istemiyorsan dön kızım, üzme kendini derdi. Tabii bu hüznün duyduğum sevincin binde biri kadar bile olmadığını nereden bilecekti annem. Peki ama son güne kadar neden hissetmemiştim bunları? Yine o saçma dedikleri teorime göre işliyordu her şey. Teorim şuydu; İnsan, bir duruma kendini hazırlamış olduğunu sansa da o durum gerçeklemeden ne hissedeceğini asla bilemez. Ve hisleri genelde kendini hazırladığını sandığı zaman hissettiklerinin tam tersidir durum gerçekleştiğinde, istisnai durumlar haricinde. Bu değil midir zaten, günler öncesinden sevinçle bileti alınan yolculukları veda ertesi içimizi kaplayan hüzünle böylesine zorlu kılan? (devam edecek)

Aşka Aşık (4. Bölüm)

-Aaaaaaaa!
-Ne oldu Derya?
Başıma bir şey battı!
Beklediğim mucize başıma batan bir cismin varlığıyla gerçekleşmiş ve Barış'ın dikkatini başka yöne çekebilmişti.
-Çıkar bakayım başındakini.
-Bu ne? Bir kağıt var bu tacın içinde. Rulo halinde iğneyle iliştirilmiş...
''Merhaba gördüğüm en güzel kız! Ben kuafördeki çocuğum, adım Kenan. Senin de adını öğrenmek, mümkünse yakından tanışmak istiyorum. Az sonra kuracağım cümleyi kullanırlar hep ama ben doğru söylüyorum. :) Böyle şeyler yapan biri değilim normalde. Ama inan çok güzelsin! Hem tacı kabul etmesen yapacak başka bir şeyim de yoktu. Biliyorum, beni değil tacı beğendin ama tacı beğenişin bile rastlantı olmayabilir. Belki de kaderdir, ne dersin? Amacım rahatsız etmek değil, istersen gizliden ya da belki telefon kulübesinden nasıl rahat edeceksen öyle ama lütfen ara beni.''
Satırlar çocuğun numarasıyla devam ediyordu. İtiraf etmeliydim ki sözleri etkileyiciydi. Ama bu gerçek oldukları anlamına gelmezdi. Biraz edebi yeteneğe sahipse bunları serçe parmağıyla bile karalayabilirdi.
-Bu kim?
-Şey... Bu tacı çok güzel olduğumu söyleyip kuaför çocuk verdi. O kadar tatlıydı ki hayır
diyemedim. Ben de onu bir daha göremem sanmıştım, çok mutluyum!
Gerçek düşüncelerim tabii ki bunlar değildi. Değil etkilenmek çok fazla süzmemiştim bile çocuğu. Yakışıklı sayılabilirdi belki ama sırf yakışıklı olduğu için onu aramazdım. Ama şimdi aramazsam Barışla arkadaşlığımız dönülmez bir yola girecek ve belki de bitecekti. Başka birini sevdiğimi anlarsa açılmaktan vazgeçebilirdi ya da ben Kenanla görüşmeden elini çabuk tutup şansını denemek de isteyebilirdi. Ama ben onun arkadaşlığımızı zedelememek adına ilk yolu seçeceğini umuyordum. Çantamdan telefonumu çıkarıp numarayı çevirmeye başladım.
-Hemen mi arıyorsun? Bari gece bitseydi. Hem gece oldu. Hakkında ne düşünür!
-Bir şey olmaz Barıış annem gibi konuştun. Çok tatlı çocuktu dedim ya iki dakika konuşup kapayacağım.
Ne istiyorsan onu yap! Ben gideyim mi?
-Hayır, kal lütfen! Konuşurken dilim falan dönmezse yardımcı olursun.
Barış'ın siniri artık her halinden okunuyordu. Ama böylesi her ikimiz için de daha iyiydi. Şu işe bak! Kuaför çocuğa neredeyse minnettardım!


-Alo?!
-Alo, iyi günler Kenan Bey. Ben kuaförde tacı verdiğiniz kızım. Nasılsınız? Bu arada adım Derya.
-Derya! İnan aramasan bu gece uyuyamayacaktım! Gerçi seninle konuştuktan sonra da heyecandan uyuyabileceğimi sanmıyorum ama... Bu arada iğne için özür dilerim. Umarım canını yakmamışımdır.
-Yok, hayır, Yanmadı canım.
-Peki senden ilk telefonda buluşma istesem çok mu aceleci görünürüm?
- Hayır, elbette buluşabiliriz.
- O zaman yarın 10.00'da bizim kuaförün 2 alt sokağındaki Yosun Cafe'de diyelim mi?
-Tamam, peki.
-Derya! Rüyada değilim değil mi? Buna gerçekten inanamıyorum! Çok çok teşekkür ederim Derya. Çoook! Neyse ben çok heyecenlıyım .En iyisi yarın konuşmak. Görüşmek üzere.
-Görüşmek üzere Kenan!
Ben bu adama randevu mu verdim şimdi? Ne oluyor ya bana? Ama Barış'ın sonradan üzülmemesini ve arkadaşlığımızın sonlanmamasını sağlamak için yapmaya mecburdum bunu. Yarın gider adamla konuşur, durumu anlatırım.
-Derya! Sen hiç tanımadığın bir adama randevu mu verdin?
-Tanımadığım değil bir kere kuaförüm o benim.
-Nasıl kuaförün daha bir kez yaptı saçlarını.
-Olabilir, ama yaptı.
-Yarın ben de geleceğim seninle!
-Ama Barış!
-İtiraz istemiyorum! Tanımadığın bir adama güvenemezsin! Ya ben de gelirim ya da annen öğrenir. İyiliğin için. Ne dersin?
-Tamam Barış Bey öyle olsun bakalım. Biz de sizin bir açığınızı yakalarız elbet.
-Açık falan değil bu Derya! Adam manyak bile olabilir. İyiliğin için!
-Tamam Barış, gel, sen de gel. Kambersiz düğün olmaz.
Sonraki dakikalarda Barış'ın neşesi oldukça kaçsa da bana belli etmemeye çalıştı. Daha sonra beni eve bıraktı. En azından bugünlük yırttım ama yarın ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Bu kuaför aşkı numarası biraz uzamak zorunda görünüyor. En azından Barış beni unutana kadar...

Sabah kalktım ve anneme Barışla birlikte Esralarla buluşmaya gideceğimizi söyleyerek odama hazırlanmaya çıktım. Kışın olsa kıyafet seçimi konusunda zorlanabilirdim ama oldukça fazla yazlığım olduğundan diz hizama kadar gelen şile bezi, beyaz, boyundan bağlamalı en sevdiğim elbisemi ve beyaz babetlerimi giydim. Taşlı küçük küpelerimle burç kolyemi de taktıktan sonra saçlarıma fön çektim. Pudra, göz kalemi, rimel ve rujla doğal ama bir o kadar da güzel bir makyaj yaptım. Odadan çıkmadan kendime şöyle bir baktım ve kokoş fakat çok güzel göründüğümü farkettim. Bu durum iki işe yarayacaktı. Birincisi Barış Kenan için ne kadar süslendiğimi görüp ondan gerçekten hoşlandığıma karar verecekti. İkincisiyse kuaförde spor kıyafetleriyle gördüğüm Kenan bu halimden muhtemelen çok hoşlanmayacak hatta ilk günden kendini yamamaya çalışan kızlardan olduğumu düşünecekti. Ayrıca Barış'ı da yanımda getirmemle beraber sıkıya gelemeyecek ve muhtemelen beni tekrer aramayacaktı. Hele bir de en dayanılmaz huyum olan çok konuşmayı da işin içine katarsam bir daha kuaförde gördüğü kimseyle tanışmaya çabalamayacağına emindim. Anneme görünmeden evden çıktım . Aksi halde bir şeylerden şüphelenirdi. Ve buluşma yerine Barış'tan önce varıp fırsat bulursam Kenan'a durumu anlatabilmek için bir taksiye bindim. Saat henüz 9.00'dı ve Barış muhtemelen yeni hazırlanmaya başlamıştı. Az sonra Yosun Cafe'nin kapısından içeri girdim. Beni görünce ayağa kalktı ve tokalaştık.
Merhaba Derya, Hoş geldin.
Hoşbulduk.
Gelmeni beklemiyordum.
Verdiğim sözü tutarım, ama aslına bakarsan buraya başka bir şey konuşmaya geldim.
Ben de her şey bu kadar güzel olamaz diyordum tam. Sorun ne?
Bak Kenan. Ben seni henüz tanımıyorum bile.
Ama ben senden çok hoşlanıyorum.
Bak işte hoşlanıyorsun sevmiyorsun. İkisi farklı şeyler. Aslına bakarsan dün mesajını aldığımda yanımda Barış olmasa bu buluşmaya ''Evet'' demezdim. Az sonra o da gelecek buraya.
Barış kim? Sevgilin mi yoksa? Bak eğer onu kıskandırmak için falansa tüm bunlar kabul edemem.
Hayır. Sevgilim falan değil. Seni istemediğin bir şeye zorlayacak da değilim. Barış benim en yakın arkadaşım ve dün gece tam bana ilan-ı aşk edecekken senin notunu gördüm. Bir nevi hayatımı kurtardın yani. Şimdi onu kırmak istemiyorum ve bu yüzden ona senden hoşlandığımı söyledim.
Derya senin yerinde bir başkası olsa beni durumdan haberdar etmeden aşkımı kullanır, ardından da işi biter bitmez terkedip giderdi. Sana olan aşkımı hafifletmeye yeteceğini sanmıyorum ama yine de dürüstlüğün için teşekkür ederim.
Yani, yardım edecek misin bana?
Evet, elbette. Sen istediğin sürece yanında olacağım. Arkadaş olmak istersen arkadaşın olacağım, ya da bir gün benden hoşlanırsan...
Bu ihtimal üzerinde çok fazla durmamalısın bence sen yine de. Yanlış anlama, tanıdığım kadarıyla iyi birisin. Ayrıca yakışıklısın da. Ama aşk bu değil. Sana karşı bir şeyler hissetmeden çıkamam seninle.
İltifatların için teşekkürler. Neyse aşk böyle baskıyla kazanılacak bir şey değil zaten. Arkadaşın olacağım izin verirsen ben de o halde.
Bunu çok isterim. Anlayışın için çok teşekkür ederim.
Ben de açık sözlülüğün ve arkadaşlığın için.
Barış'ın bize doğru yaklaştığını görüp sustuk. (devam edecek)

Aşka Aşık (3. Bölüm)

Bu sözlerin ardından dans pistine doğru yürüdük. Barış'ın bir işaretiyle aynı müzik tekrar başladı. Buna şaşırmamıştım. Barış tabii ki orkestradakilerle de iyi ilişkiler kurmanın bir yolunu bulmuştu. Ve müzikle beraber inanılmaz bir şekilde beni bir başkası yönlendiriyormuşçasına herşeyi hatırlayıp dans emeye başladım.
-Bak işte yapıyorsun!
-Yapıyorum Barış! Dans etmek çok güzel bir şey!
Çok fazla konuşmadık çünkü tango dikkat isteyen bir danstı. Ben de Barış'a olan minnetimi valse saklamaya karar verdim. Dostum benim, en iyi arkadaşım, dünyanın en iyi insanı! Az sonra vals müziği başladı.
-Sıkıldıysan dönebiliriz masaya?
-Yok Barış, biraz konuşuruz hem.
Söylediklerimden hoşnut, gülümsedi.
-Dans edemem diyene de bak sen! Bir şeyi yapamam diyenden korkacaksın zaten abicim(gülerek)
-Yok be Barış ben seni çok sevdiğimi söylemek istedim sadece. Çok mutlu oldum bugün seninle. Sadece bugün değil, seninle geçen her an mutluyum ama bugün söylediklerinle daha bir ferahladı içim. Sağol!
-Sen de sağol! Benim de içimi seni mutlu görmek ferahlattı.
O sırada yanımıza az önce masada tanıştığım Damla geldi.
-Lavobaya gidiyorum da gelmek ister misin Deryacığım?
-Olur canım. Barış izninle.
-İzin sizin ;)
Damla'yla beraber lavoboya gittik. Damla konuşmaya başladı.
-Verdi mi?
-Neyi?
-Yüzüğü.
-Ne yüzüğü Damla? Kim verecek? Kime?
-Bilmiyordun galiba ama ağzımdan kaçırdım bir kere Barış sana yüzük almış. Çıkma teklifi edecek bugün sana. Yüzük de sembolik bir şeymiş öylesine. Bir gün dershane dönüşü kuzeninin düğünü için takı bakarken beğenmişsin de pahalı mı ne gelmiş. Barış da para biriktirip o yüzüğü almış sana.
Duyduklarımla adeta kan beynime sıçradı. En yakın arkadaşım Barış! Çok iyi bir insan, çok iyi bir arkadaştı ama ondan bana çok iyi bir sevgili olamazdı. Eminim çok iyi bir sevgili olurdu ama benimle değil. Damla'ya renk vermemeye çalışarak lavobadan çıktım ve Barış'ın yanına gittim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, bu yüzden şimdilik yalnız kalmamaya çalışıyordum onunla. Masada hiç konuşmadıklarımla konuşuyor, saçma esprilere gülüp Barışla gereksiz diyaloğa girmemeye çalışıyordum. Ama hayatımın sonuna dek kaçamazdım ki! Değil hayatımın sonuna kadar bu gecenin sonuna kadar bile kaçamadım. Az sonra çalan slow müzikle beraber tekrar dans etmeye başladık. Barış bana öyle derin bakıyordu ki! Bu bakışların anlamını nasıl daha önce çözememiştim? Hem ona bu gece o kadar seni seviyorum demiştim ki ben de olsam teklifimi bu gece yapardım. Bir şeyler yapmalı, Barış'a arkadaşlığımızı hatırlatmalıydım.
-Barış ben seni çok seviyorum!
-Ben de tam...
- Sen benim en iyi dostumsun Barış! İyi ki varsın!
-Derya, aslında ben seni dost olarak değil de...
Allah'ım ne yapacağım... Ne demeliyim ona.. Off Allah'ım ne olur bi mucize...(devam edecek)

Aşka Aşık (2. Bölüm)

Son güne dek hazırlanmadığımdan sabah erkenden alışverişe çıktım ablamla. Genelde zor beğendiğimden aradığımı ancak gittiğimiz 11. mağazada bulabilmiştim. Turkuaz rengi arka askıları çapraz, önden tek askılı, üst kısmı dar ve çizgi çizgi buruşuk, belinde kalp motifli gümüş tokalı kemerinden sonra etekleri üst kısmına oranla bol ve gümüş rengi topuklu sandaletlerimin de gözükmesi için ayak bileğime kadar devam eden üstüme giydiğimde bana kendimi uzun zamandır hissetmediğim kadar iyi hissettiren bu harika elbiseyle ablamın tabiriyle masal kahramanlarına benzemiştim. Üstümdeki elbiseyi çıkarmaya vaktim yoktu hatta 2. bir dükkana uğramaya da. Bu yüzden içine para, telefon v.b aksesuarlarımı koyacağım gümüş rengi çantayı da yine aynı dükkandan beğendim. Ardından yoldaki insanların hayran bakışları arasında kuaföre koştuk ve dirseklerime kadar uzanan kahverengi saçlarıma maşa ve yüzüme açık pembe tonlarında bir makyaj yaptırdım. Genç kuaför çocuk bana çapkın bir gülümsemeyle elindeki gümüş rengi tacı uzattı ve ''Eminim çok yakışacaktır.'' dedi. Tacı elime aldım ve çok beğendim. Pahalı bir şey değildi ama kıyafetime kusursuz bir şekilde uyuyordu. ''Bu ne kadar?'' diye sordum. ''Bu güzelliği taçlandırayım dedim, benim hediyem olsun.'' dedi yine aynı çapkın gülümsemeyle. Uzun boylu ve oldukça yakışıklıydı, kendine güveni yersiz sayılmazdı. Normalde kuşkusuz tersleyeceğim bu hareketini tacın güzelliğinden dolayı istisnai bir şekilde affetmeye karar verdim. Hem evden oldukça uzaklaşmıştık mağaza mağaza gezerken. Yani ne ben onu bir daha görecektim ne de o beni. Kuaför çocuğa kibarca teşekkür ettim ve arkamdan hayran hayran bakmasına aldırmadan yoluma devam ettim.
Eve uğradım ve annemle babamın bana bugün için aldıkları gümüş renkli kolyeyi boynuma takmalarına saçlarımı çekerek yardımcı olmaya çalıştım. Babam ve annem okulumu başarıyla bitirdiğim için beni tebrik ettiler ve böyle günlerde oldukça duygulandığımdan makyajımın akmasına sebep olacaklardı ki ablam ve kardeşimin Lise 2. sınıfta ilk kez zayıf getirdiğim ve evdekilerin görmemesi için çamura atıp zayıf gelen bölgesini özenle yırttığım karnemi getirmeleri ve konuyla ilgili yaptıkları esprileriyle bir hayli güldüm. Az sonra kapı çalındı ve ailemin ''İyi eğlenceler.'' dilekleri arasında kapıya uğurlandım. Kapıyı açtığımda Barış jöleli saçları, beyaz takım elbisesiyle ve tüm yakışıklılığıyla karşımda duruyordu.
Koluna girdim ve iki üç dakika hiçbir şey söylemeden yürüdük. Ardından Barış konuşmaya başladı;
-Derya, sen, inanılmaz güzel olmuşsun! Gecenin en güzel kızının kavalyesiyken aynı zamanda gecenin en güzel giyinen kızının da kavalyesi olacağım. Ne kadar şanslıyım!
-Teşekkür ederim canım ama her zamanki şekerliğin üstünde, abartıyorsun. Hem ben de gecenin en zeki, en sempatik, en kibar ve en yakışıklı kavalyesiyleyim.
-Teşekkür ederim.
-Smokinini giymemişsin? Yanlış anlama süper olmuş da daha önce smokin dememiş miydin?
-Evet ama sanki o gün pek beğenmedin gibi geldi. Ben de gecenin en güzel kızının yanında sönük kalmayayım dedim. Kravatımı nasıl buldun?
Smokin hep gözüme sevimsiz gözükmüş tü ama bunu farketmesi ve seçimini benim beğenime göre yapması garipti. Üstelik bana uyumlu olmak için taktığı kravatı da elbisemle aynı renkte çizgilere sahipti.
-Aaaa! İnanmıyorum... Nerden biliyordun turkuaz giyeceğimi?. Daha bugün seçtim elbiseyi!
-Ablandan ufak bir tüyo aldım.
-Desene yalnızca gecenin en şık şifti değil en uyumlu çifti de olacağız diye. Baştan anlaşalım. ÖSS maratonunca yalnız bırakmadın beni, bugün de yalnız bırakmak yok. Başka kızla dans edeyim, bizimkilerle konuşayım falan yok. Çok istiyorsan beraber gideriz. Anlaşıldı mı?
-Anlaşıldı komutanım!
-Off Barış! Sulandırma hemen!
-Tamam komuta- , yani Derya. (gülerek)

Bu sözleri uzun zamandır konuşmadığım arkadaşlarım tarafından dışlanma korkusuyla sarfettiğimi bilmesini bekleyemezdim elbette Barış'tan. Ama bu sözlerimden cesaret alacağını da bilemezdim. İnsanlarla arama mesafe koymam ve ağzımdan çıkan sözleri hesaplamam gerektiğini acı bir tecrübeyle öğrenecektim.
Az sonra gecenin düzenlendiği otele vardık. Merdivenlerden çıktığımızda tüm gözler üzerimizdeydi. Kapıdan içeri girip bir iki adım attığımda Esra'yı gördüm. Mor mini elbisesi ve düz fönlü saçlarıyla oldukça hoştu. Arda ve Cansu'yla aynı masada oturuyordu.Yanında da bizim gruptan Ceyhun vardı. Bizim grup mu? Ne saçmalıyordum ben? Artık bizim grup yoktu. Onlar beni çoktan çıkarmışlardı aralarından. Umut ve Yelda, Esra'ya doğru yaklaştılar. Ardından Mert'i gördüm. Bana bakıp hafifçe gülümsedi, aynı şekilde bir gülümsemeyle karşılık verdim. Elini tutan Özlem'in ise bana aldırdığı yoktu. Sadece bir yıl önce, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezken bu yaptığı da neyin nesiydi?
Ne kadar da aptaldım. Kızın bir şey yaptığı falan yoktu. Yerinde olsam aynısını yapar üstelik bir de ''Önemsemediğin arkadaşlarınla veda etmeye mi geldin bu veda gecesine? Sen 2 soru fazla çözmeyi arkadaşlığımıza tercih ettin. Değdi mi bari?'' derdim. Değmemişti.... Yani... Bu kadar abartmadan da başarabilirdim belki. Ceyhun, Arda ve Cansu'nun sınavı iyi geçmemişti seneye tekrer gireceklerdi sınava. Ama Özlem, Mert, Esra, Umut ve Yelda arkadaşlıklarına ve sosyal hayatlarına hiç ara vermeden çalışmalarını sürdürmüşlerdi ve Barış'tan duyduğuma göre sınavları da oldukça iyi geçmişti. Ne çok şeyi ıskalamıştım hayatımın en güzel yıllarında! Neyse ki Barış vardı! Ama farkında olmasam da onu kaybetmem de yakındı.
Barış, yüzümün asıldığını farketti ve koluma girdi. Sırf sınıf arkadaşlarımla kavga edip tadımı kaçırmayayım diye okulun yan binasından hiç tanımadığım insanların yanına oturduk. Barış'ı bütün okul tanırdı. Okulun tüm faaliyetlerinde görev alır, insanlara olağanca gücüyle yardım ederdi. Doğal olarak yaşıtımız olan bu grupla da sıcak bir muhabbet kurması gecikmedi. Oysa ben, uzun süredir insan içine çıkmadığımdan sorulara saçma yanıtlar veriyor, kelimeler arasında durup düşünüyor hatta ara sıra kekeliyordum. Biraz Barış'ı küçük duruma düşürdüğümden, daha çok da bir zamanlar yapmayı en çok sevdiğim şey olan konuşmayı unutmaya başlamaktan dolayı şaşkın ve hüzünlüydüm. Barış yine tüm iyiliğiyle olanlara aldırmadı ve beni dansa kaldırdı.
-Gecenin en güzel kızı benimle gecenin ilk ve en güzel dansını eder mi acaba?
-Barış, beeeen, yapamam...
-Neden? Topuklu giymeye alışık değilsin ayağını burktun tabii...
-Hayır, burkmadım.
-Peki o zaman?
-Yapamam, Barış... Burkmadım ama kesin burkarım. Zaten saçma sapan konuşup rezil ettim seni. Bi de şimdi orda düşersem falan... Yok yok hayatta göze alamam bu riski!
-Derya! Yapma ama!! O kadar çalıştın. Eğlenmek senin de hakkın! Ayrıca rezil falan da etmedin beni. Aksine biraz kem küm de etsen anlattıkların çok mantıklıydı. Onlar senden bu kadarını beklemiyorlardı. Öyle güzelsin ki boş kafalı biri olduğunu sandılar aksine söylediklerinin anlamına şaştıklarından farketmediler bile kelime aralarında duraksadığını.
-Söylediklerine inanmayı o kadar isterdim ki!
-İnan öyleyse! Ben sana hiç yalan söyledim mi?
-Hayır. Ya da belki yalan söyleme konusunda öylesine başarılısındır ki ben farkına varmamışımdır.(gülerek)
-İşte böyle gül! Gecenin yarısında somurttun zaten. Şu andan itibaren sıkı yönetim ilan ediyorum. Benim dediklerim olacak.
-Peki bakalım...
-Şimdi tango zamanı! Müziğe baksana, bizi çağırıyor!
-Basit bir vals belki ama tango yapamam Barış! Müzik bensiz gayet iyi inan...
-Off Derya! Ne oldu bizim sıkı yönetime? Sadece 1 yıldır dans etmiyorsun. Ayrıca ben geceden önce hazırlandım. Şaşırırsan kurtarırım seni.
-Barış! İnanmıyorum tango mu öğrendin sen? Ne zaman? Off bir ben evde kös kös oturdum desene. Sen de dahil herkes bir ilerleme kaydetmiş.
-Derya biraz daha kendine eziyet etmeye devam edersen Esralar'ın masasına gidip kaba tavırlarının hesabını soracağım.
-Kaba olan benim.
-Hayır kaba olan onlar. Onlar hepsi okuldalardı. Sense evde 3 ay boyunca aralıksız ders çalıştın arada merak edip seni ziyarete gelebilirlerdi.
-Peki ya önceki aylar? Bu sene onları çok ihmal ettim.
-Herkesin geçirdiği bazı kötü dönemler olabilir. Seni yalnız bırakmamalılardı. Ayrıca 3 yıl boyunca hep onlarlaydın. Boş muhabbetleriyle, gevezelikleriyle vakit öldürdün. Sırf sen 1 yıl onlardan koptun diye önceki 3 yılı da sileceklerse bırak silsinler. Senin geleceğin için attığın bu adım büyük bir olgunluk ister. Onlarsa hala çocuk. Seni anlamalarını bekleme ve hiçbir şeyin güzel yüzünü soldurmasına izin verme! Hadi şimdi dansa, müzik bitecek...
-Barış çok çok çok teşekkürler seni çok seviyorum!
-Ben de Derya, ben de... (devam edecek)

Aşka Aşık (1. Bölüm)

Aşık olmak istiyorum. Sevmek istiyorum. Ama olamıyorum! Sadece hoşlanabiliyorum birilerinden. Yetmiyor bana. Filmlerdeki karşılıksız aşklara özeniyorum. Günümüzün kirli koşullarında uçuk bir hayal sayılsa da kurduğum yüreğimi sonsuza dek ısıtacak kişiyi bir gün bulabileceğime dair inancımı yitirmemeye çalışıyorum. Yetmiyor çünkü bir aşk şarkısının ya da bir filmdeki romantik sahnenin anlık ısıtması artık bana. İki kişilik romanımın başrolünün biri hazır. Ben... Ve kalbime denk bir kalbi diğer baş rol için bıkmadan arıyorum.
Zamanla aşık olabileceğime inanmıyorum. Bir şey bekliyorum... Bir ışık bekliyorum belki, düştüğümde kaldırmak için uzanan bir el belki. Belki de beyaz atlı prensimi. Beni ben olduğum için sevecek, bana sınırlarımı aşmadan aşık olacak birini arıyorum. Ve sonsuza dek tertemiz sevmesini istiyorum beni. Çok şey mi istiyorum yoksa? Öyleyse bile bu konudaki toyluğuma verin. Çok yakışıklı olmasa da olur. Belki biraz karizmatik olmalı ya da sempatik... Aslında sadece insan gibi biri olsa ve aşk dolu gözlerine bakarak geçse tüm ömrüm onun aşkı güzelleştiririr zaten benim gözlerimde bedenini de. Belki biraz beylik laflar ettim. Çok çirkin biri gelse beğenmeyeceğim belki. Sahi ruhunun güzelliği biraz da yüzüne yansısa olmaz mı?
Şu elektrik lafı oldum olası garip gelmiştir kulağıma ama aşk gerçekten de biraz da uyum işi değil mi? Onu görürsün ve işte bu dersin. Tanıdıkça sevemezsin. Aşkı yaşamamış biri olarak kesin yargılara sahip olmam ilginç gelebilir belki. Ama bir hoşlanma dahi olsa yaşadığım, tanıdıkça sevemedim ben kimseyi. Tanıdıkça soğuduklarım oldu ama sevdiğim hiç olmadı. Yalancı bir ısınma olsa da sevmediğim kişiye karşı içimde bazen, çok geçmeden yanıldığımı anlayıp ondan uzak durmanın en iyisi olduğuna karar verdim. Hep ilk izlenimlerimle hareket ettim. Belki de önyargıydı hepsi. Yanıbaşımdaki fırsatları teptim belki de bu yüzden defalarca. Ama ne olursa olsun, tanıdığım birine, bir arkadaşıma aşık olma fikri hep itti beni. Belki de bu yüzden yıkıldım en yakın arkadaşımın bana aşık olduğunu öğrendiğimde!..
Mezuniyet günü gelip çatmıştı. Bugüne abartarak sene başından beri hazırlanan arkadaşlarımın aksine ben son güne dek hazırlanma gereği duymamıştım. Birkaç ay öncesine kadar rutin okul gezilerine dahi 1 hafta öncesinden hazırlanan ben ne çok salmıştım kendimi son aylarda. İşin ciddiyetini kavramıştım sanırım. Aslında ders çalışmaya pek ihtiyacım olmamıştı şu ana dek olan öğrenim hayatımda. Üşenmeyip sınavlardan bir iki gün önce konuları tekrar edersem sınıfın en yüksek notlarını alırdım. Sözlü notlarım da dersi genellikle takip ettiğimden yüksek olurdu. O gün dersi pek iyi anlayamasam da hocaya dersiyle ilgili karmaşık ve güncel araştırma gerektiren bir soru sorar dersiyle ilgilendiğimden beğenisini toplardım. Hele ki müfredat doğrultusunda ilerlemesi gereğini, kendini öğrencilik yıllarındaki emektar kitaplarının içindeki bilgilerinin ötesinde geliştirmemesine bahane olarak kullanan bir öğretmense karşımdaki sorduğum soruyu ertesi güne araştırıp getirmem istenir ve ertesi gün internetten öğrendiğim bilgiler ışığında yaptığım yorumlar sonucu mest olan öğretmenimin beni dahi ilan etmesi, en güzel sözlü notunu vermesi gecikmezdi.
Tabii ki ÖSS'de bu türlü bir sistem geçerli değildi ve ezberci eğitimin gerektiği şekilde bir robot gibi yemeden, içmeden, gerekirse – ki gerekirdi- uykusuz kalarak, duyguları, umutları, arkadaşlık, akrabalık ilişkilerini bir yana bırakarak bıkmadan çalışmak gerekirdi. Robot arada bir tutukluluk yapardı, biz yapamazdık. Robotun arada yağlanması gerekirdi, bizi her fırsatta yeterince çalışmadığımıza dair yeren çoktu ama yağlayanını bulamamıştık. Robotun komutu kumandayı kullanan tek kişi tarafından verilirdi. Bizimse mantığımıza ve ergen duygularımızla her daim ters düşen tutarsız kişilerce elden ele dolaştırıldı kumandamız.
Kimi ''doktor ol bizi hastahanelerle uğraştırma'' derdi, kimi ''öğretmen ol yok tatil derdi''... Ne tıbbı kazanmanın imkansızlığı sökerdi onlara ne de yıllardır kurduğun meslek hayalleri. Yalnız annen baban olsa iyi, amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, hiç tanımadığın komşular, adını bile hatırlamadığın çocukluk arkadaşının annesi falan girerdi devreye. ''Bak şunun oğlu bilmem nereyi kazanmış ama çocuk nefes dahi almadan çalışıyormuş.'' ''Bilmem kimin kızı ben annemi babamı bırakıp başka şehire gidemem. Hakkari'deki üniversite de bir İstanbul'daki de demiş'' lafları başlardı sonra. Ne iki şehir arasındaki puan uçurumunu anlatabilirsin ne zaten işe alınma yüzdenin çok düşük olduğu ortamda özgeçmişinde yazılı üniversitenin değerini. ''İnsanlara çok güvenme'' öğüdünü sıkça işittiğin annen ve baban, ayda yılda bir görüştüğü ve çay içmeye gittiği bir başka konu komşuda dedikodularının çokça döndüğü komşu kadına, senden daha çok güvenirlerdi kendi kendileriyle çelişerek.
Aileden ayrılıp başka yerlere kaçmak olmasa da amacın yanlış anlaşılırdın, inanmazlardı sana... Anne baba merak etmesin diye geleceğinden, hayallerinden vazgeçmesi istenirdi çocuğun. Evlat hasretinin fedakarlık karşısında ağır bastığı durumlarda, işlerine gelince kaderden bahsetmesini çok iyi bilen, fakat başka bir şehirde başının derde girmesi olasılığının, hemen hemen aynı büyüklükteki ailenle yaşadığın şehirde derde girmesi olasılığından daha yüksek olduğunu düşünüp, başka şehirde okunmaması gereğine dair bilgiler de kodlanır çocuğun beynine türlü ajitasyonlar ve kumandası yardımıyla evladının saygısından kendini çiğneyemeyeceğinden emin ebeveynler tarafından.
Tüm bu konulardaki bilgi ve tecrübeler de sabah, öğle, akşam çocuğun anlamasını iyice kolaylaştıracak şekilde(!) ''zararsızca'' ve tamamen ''iyi niyetle'' verildikten sonra; ''Hadi çocuğum dersini çalış bakalım!'' denir. Zaten kendi derdi kendine yeten öğrencinin beyni boş bilgilerle doldurulduktan sonra odasına gönderilerek ilgili konudaki ailevi sorumluluklar tamamlanır. Tabii bu olay her gün devam etmelidir yoksa öğüdü bir kere dinledikten sonra verilen öğüt ışığında kendi kararını verme olgunluğuna henüz erişmemiş(!) ve denileni bir defada anlayacak zekaya sahip olmayan(!) -anlamadığının göstergesi olarak çoğu kez ebeveynin isteğini harfiyen yerine getirmeyip robotluk vazifesini aksatması kabul edilir- hayat tecrübesinden yoksun -kararlarına bu kadar karışıldığı için hep öyle kalmaya mahkum- bu çocuk yanlış yollara (!) sapabilir.
Benim de ''Beğenmediği değiştirmek, beğenmediğin yollardan geçip yüksek mevkiilere ulaşmadan mümkün değildir.'' felsefesine yönelmem bulunduğum ortamda çok fazla gecikmedi haliyle...
Bu yüzden bir süre tüm duygularımı, hayallerimi bir kenara bırakıp nefes almadan çalıştım ben de bilmem kimin oğlunun yaptığı ve tıpkı ailemin istediği gibi. Günümüz sistemi doğrultusunda çalışmam gerektiği konusunda haklıydılar ve bu yüzden işin haklı oldukları kısmında onların dedikleri olacaktı. Fakat bölüm ve şehir seçimi konusunda temennilerini karşılayacak bir karar vermem gerektiği konusunda şüpheliyim. Yine de şimdilik onlarla çatışıp boş kavgalara sebebiyet verecek değilim.
Dediğim gibi arkadaşlarım mezuniyette giyecekleri kıyafeti araştırırken ben oldukça çalıştım ve ÖSS beklemediğim kadar iyi geçti. Bunda bana okuldaki eksik defterlerimi tamamlayarak, dershane etütlerinde soru sırasını bana vererek, okul ve dershaneden arta kalan zamanlarda evimde ekmek arası bir şeyler atıştırırken benimle birlikte test çözerek bana her daim yardım ve eşlik eden canım dostum Barış'ın da payı olmadı değil. Hatta belki de benden bile çok payı vardı başarımda.Onun da çok iyi geçmişti sınavı ve başarısının mimar yardımcısının ben olduğumu söyleyip duruyordu. Onun başarısının değil, kendi başarımın mimar yardımcısıydım ben ve o her ikimizin de başarısının baş mimarıydı.
Nefes alacak vakti zor bulsak da nefes aldığımız ender anlarda beni çokça güldüren, ailemin bir arkadaşımın evimize gelmesi yasağını iyi niyetiyle kaldıran, bıkmadan bana derslerimde yardım eden ve yoğun ders çalışma tempom yüzünden ilgilenmediğim arkadaşlarım arasından bana küsmeyen ve yabani gözüyle bakmayan tek kişiydi o. Her şeyiyle benim aynımdı sanki. Sevimli ikiz kardeşim gibi!
Elbette mezuniyetimizde de kavalyem olmasını isteyebileceğim tek erkekti. 1 ay önceden heyecanla anlatmıştı bana beyaz smokinini. Beğenip beğenmediğimi sormuş, ne farkedeceğini sorduğumda yüzündeki acı gülümsemeyle kabalık ettiğimi düşündürmüştü bana. O acı gülümsemenin nedeninin bir beklenti olduğunu nereden bilebilirdim? Ne isterse veririm dediğim dostumun benden zaten onun olan kalbimi başka bir fonksiyonda -dostluk yerine aşkla- kullanmak isteyerek, omuzlarıma onu kaybetmeme neden olabilecek bir kararın yükünü yükleyeceğini nasıl hissederdim? O geceye kadar hissedemezdim. Mezuniyet gecesine yönelik duyduğu heyecanın altında yatan nedeni o gece anlayacaktım.(devam edecek)

Umut (1. Bölüm)

Uzun süredir bir boşlukta hissediyordu kendini Emel. Senelerdir neden yaşadığını bilmiyordu sanki. İntihar gibi bir düşüncesi yoktu. Hiç olmamıştı... Yıllarca duyduğu intihar haberlerinde insanların nasıl olup da kendi canlarına kıyabildiklerini, sürprizlerle dolu bu yaşamdan nasıl meraksızca kopabildiklerini anlayamamıştı. O ruh haline nasıl sürüklendiklerini düşünüp üzülmüştü hep.
Ölüm korkusu vardı hatta. Uzun yıllar yaşamak ister, nasıl bir hayata sahip olacağını, nasıl bir insan olacağını merak ederdi ve ölümden çok korkardı. Sevdiklerini yitirmekten, büyük acılar yaşayıp yaşamının gamlarla gölgelenmesinden korkardı. Ama umutlu olmaya çalışır, hayaller kurardı hep.
Dünya'nın bu kadar kirlenişine paralel gelişmişti ölüm korkusu. Aslında yersiz bir korku sayılmazdı bu. Son yıllarda evden ekmek almaya diye çıkıp dönmeyenler, trafik kazalarında yaşamlarını yitirenler, gasp sırasında öldürülenler, aşk cinayetleri, yolda giderken başına cam düşenler, töre cinayetleri, organ mafyalarının insanlık dışı faaliyetleri, sağlıksız gıdaların yol açtığı hastalıklar, kendini bilmez birinin bir anlık sinir krizinin sonuçları derken ölüm oranları epeyi artmıştı. Hiçbir şeye şaşırmaz olmuştu insanlar artık. Herkesin başına her an her şeyin gelmesi muhtemelken paranoyak olmamak elde değildi tabii.
Ölümden korkması için yeterli sebebi varken arkadaşının başına gelen talihsiz olay, içinde bulunduğu boşluğu genişletip kendine böyle büyük bir acının ancak sığabileceği kadar büyük bir yer açtı ve Emel'in düşüşünü hızlandırdı. Peki Emel bu düşüşün ardından, üstünü başını silkeleyip, tekrar yukarıya tırmanmayı deneyecek mi? Yoksa sonsuza dek düştüğü yerde durup ölümü mü bekleyecek?
Onu karanlığa hapseden bu talihsiz olayı arkadaşı Pelin yaşadı. Yaşadı mı? Ölü bir insan için di'li geçmiş zamanda da olsa ''yaşamak'' fiilini kullanmak garip. Pelin... Pelin, artık yok!
En yakın arkadaşıydı Pelin, Emel'in. Pelin ile yedikleri içtikleri ayrı gitmez, her sınava birlikte çalışır, her yere birlikte giderlerdi. Yıllardır ilk defa bu yaz ayrılacaktı iki arkadaş. Ailelerini ikna edip aynı yere giderlerdi daha önceleri tatile. Ama bu kez durum farklıydı.
Kemoterapi görecekti Pelin Amerika'da. Ve Emel'in memur ebeveynlerinin gücü yetmezdi gitmeye Amerikalar'a. Aslında Pelinler'in durumu da çok iyi değildi ama Pelin'in babası Amerikan vatandaşıydı ve orada sağlam bağlantıları vardı. Emel ailesini de alıp gitti Pelin'in evine Amerika yolculuğu öncesi. Pelin'i götürmemeleri için yalvardı kızın anne babasına. Sonuçta Türkiye'de de bu konuda tedavi imkanları gayet iyiydi, ayrıca ülkesinde olmanın verdiği moral desteği de vardı. Ancak baba Amerika'daki tanıdıklarına güveniyor ve kızının orada daha iyi tedavi göreceğine inanıyordu. Emel aile içi bir konuya daha fazla müdahale edemeyip Pelin'in sağlığı için, ondan kısa süreliğine ayrılmaya razı oldu. Ancak ölüm Pelin'i ve ailesini havaalanı yolunda buldu. Ehliyetsiz araç kullandığı sonradan anlaşılan gencin aşırı hız yapması sonucu ani şerit değiştiren taksiciye çarpan bir kamyon getirdi hepsinin sonunu. Oracıkta can verdiler.
Haliyle hayata küstü Emel haberi duyunca. Azrail'in soğuk nefesini ilk kez bu kadar yakınında hissetti ve bir kaç aylığına Amerika'ya gidişine dayanamadığı arkadaşından sonsuza dek kopmanın acısıyla hayatın bizim yaptığımız planlara göre işlemediğini acı bir tecrübeyle öğrendi. İşte bu olay dediğim gibi onu daha büyük bir boşluğa itti. Hiçbir şey planladığı gibi gitmeyecekse hiçbir plan yapmanın anlamı yoktu.
Önce okuldaki dersleri düştü Emel'in. Çünkü lise sonda olmasına rağmen planlı çalışmayı bırakmıştı. Evdeki bütün ajandaları çöpe attığından, ödev teslim tarihlerini, sevdiklerinin doğum günlerini, kısacası hatırlaması gereken tüm günleri unutuyordu. Çalar saat kurmayı bıraktı sonra. Defalarca saat kurulu olduğu halde, saati kapayıp uyumaya devam etmişti ne de olsa. Plan yapıp saat kursa da geç kalması gerekiyorsa, geç kalacaktı sonuçta. Ona göre yaptığı Hiçbir şeyin, başka bir şeyi değiştirmeye etkisi yoktu. Bu kez okulda devamsızlığı arttı, Hiçbir randevusuna zamanında yetişemedi. Yaşadığı olay öncesindeki sevecen kızın yerini bambaşka biri aldı, çevresindekilerle ilişkileri oldukça bozuldu. Ailesi olanlara üzülüyor fakat onunla yaptıkları konuşmaların hemen hepsinin sonunda aynı cevabı alıyordu; ''Pelin ölmemek için Amerika'ya giderken yolda buldu eceli onu. Onu kurtaramadım. Gitme dedim, gitti. Evrende hiçbir şeyi değiştirmeye gücüm yetmezken çabalamak niye?'' Bu düşüncenin aklını yitirmesine sebep olmasına çeyrek kala bir umut kapısı açıldı onun için. Hayatın güzelliği de bu işte. Ne kadar karamsar olursan ol, sana güzelliğinden bir pay veriyor ve yeni umutlar yeşertiyor kalbinde. (devam edecek)

Aşk (4. Bölüm)

Deniz, ben çok, çok kötü bir şey yaptım... Asla sana yüz yüzeyken anlatamayacağım kadar kötü bir şey... Sen nasıl Selim'e olan aşkını kağıda itiraf edebildiysen en içten şekilde ben de şimdi kalemden güç alarak karalıyorum bu satırları sana. Deniz o defteri asla bana emanet etmemeliydin. Ben ne kadar kötü biriyim, nasıl emanete hıyanet ederim diyorum zaman zaman kendime ama kendime bile hesap veremiyorum inan... Senin yüzüne nasıl bakayım? Bir yandan da kalbimin şeytana hizmet ettiğini düşündüğüm köşeleri müthiş bir haz duyuyor yaptıklarımdan. Onunla geçirdiğim her saniye daha da artıyor bu haz. Kalbimin bu köşeleri ele alıyor tüm benliğimin kontrolünü onunlayken ve kendi isteğimle cehennemlik olurken böylesine mutlu olabiliyorum. Senin hayatını değişterecek bu yaptıklarım. Benim yüzümden çekip gideceksin, şehrinden. Okulunu, arkadaşlarını, sevdiklerini, herkesi bırakıp gideceksin. Bu günahla yaşamak inan çok zor ama bir o kadar da heyecanlı ve onun için, aşkı için değer... Eski şarkıları hep çok severdin, bense hiç rahat vermezdim sana birlikta o eski şarkılardan birini dinlerken. Bir kaç şarkı vardı benim de sevdiğim dinledikleerinin arasından. Birlikte eşlik ederdik onlara... Bir tanesi ''... Bırak kalbimi ağlasın. Arkadaşımın aşkısın...'' derdi ya. Bu adam ne yaşadı da yazdı bu şarkıyı derdik hep. Ordaki adamla aynı hisleri paylaşıyorum şu an. Ama kalbimin ağlamasına razı olamayacak kadar tatlı canım ve bir o kadar da bencilim... Keşke seni kırmadan onunla olabilmenin bir yolu olsaydı dostum, kuzenim... Keşke seni kaybetmeden, onunla mutlu olabilseydim... Ama ne çare, her zamanki gibi bencilim işte.
Sen bana onu süslü cümlelerle anlatıp, Pelin'e olan aşkından hala vazgeçmediğinden bahsederken, sana söyleyemesem de ''Vay be ne adam be... Böyle aşkın kıymetini bilen adamlar kaldı mı?'' diye düşünürdüm. Şimdi o imrendiğim aşkla beni seviyor o. Bugün defterini veremedim Deniz... Elim deftere gitti bir kaç kez ama o bana açıldıktan sonra yapamadım, veremedim ona defterini. Sana verdiğimi söyledim ama veremedim, yapamadım işte. Kendimi kollarına bırakıp teslim oldum ona. Ama inan o bu kadar üstüme gelmeseydi, şu ana dek hiç bir erkeğin olmadığı kadar samimi olmasaydı bana, böyle delikanlıca söyleyivermeseydi sevdasını, oldukça yakışıklı oluşuna rağmen yan gözle bakmazdım ona. Ama nefsime hakim olamadım işte. Önce övgülerine teşekkür ettim ardından da yanına onu beğendiğim için geldiğim ve ona bu yüzden merhaba dediğim yalanını uydurdum. Sonra onun seni tanıdığından haberim yokmuş gibi senden bahsedip, Karşıyaka'dan buraya bir arkadaşımın arkadaşına ulaşmak için geldiğimi, arkadaşımın annesi rahatsızlanınca ev arkadaşına heber veremeden apar topar uçağa binip yurt dışına gitmesi gerektiğini ve arkadaşımın arkadaşına haber verme işinin bana düştüğü bahanesini de buldum ki senin nedensiz yokluğun kafasını kurcalamasın. Ardından adres sordum sözde ona senin evinin adresini söyleyerek. Sen gidip, onu bulmam için vermiştin adresi ama onu evde bulamayınca plaja gelmiştim. Kendi oturduğu adresi duyunca senin ortak arkadaşımız olduğunu anladık. Daha doğrusu o anladı bense, yeni farketmiş numarası yaptım. Seni çok seviyor, oldukça üzüldü annen için ama ardından bizi kader karşılaştıracktı burda karşılaşmasak da evime gelecekmişsin baksana diyerek kader klişesine bağladı konuyu ve hayatımın en güzel saatlerini geçirdim onunla. Şu an senin evindeyiz Deniz, ona senin çok yorulduğumu, bir kaç gün burda tatil yapmam gerektiğini söylediğini söyledim yine yalan söyleyerek. Kendimden nefret ediyorum, özür dilerim. Ama onu çok seviyorum... (devam edecek)

Aşk (3. Bölüm)

Sarışın ela gözlü kız Pelin'i andırıyor gibiydi bu yüzden olsa gerek bir çekim duydu kıza karşı Selim onu görür görmez. ''Merhaba, buyurmaz mısınız?'' dedi Selim yanındaki şezlongu kıza göstererek. Kız teşekkür edip oturdu yanına. Bir aydan çok olmuştu Selim bir kıza, bu kıza baktığı gözle bakmayalı. Epeydir yalnızım diye geçirdi içinden Selim. Deniz iyi kızdı ama arkadaştı işte, insan elini tutacağı yüreğinin baş köşesine oturtacağı birinin özlemini çekiyordu hep. Kızı görür görmez bunları düşünmesi belki saçmaydı ama Pelinle ayrılıklarının sebebi aralarındaki iletişim kopukluğuydu, birbirlerini anlamamalarıydı. Önceki ilişkisinin sonunu getiren hatayı bu kez yapmamalıydı bu yüzden henüz adını dahi bilmediği kıza duyguarını açık açık anlatmaya karar verdi. ''Ben Selim.'' dedi ve tokalaşmak için elini uzattı kıza. Kız, oğlanın ona beklediği bir misafirmişçesine davranmasına oldukça şaşırmıştı. Yine de belli etmeyerek elini uzattı ve ''Ben de Ezgi.''' dedi. Ezgi, Selim'in gönül köşküne beklediği en değerli misafirdi, ya da Selim Deniz'in ona olan efsanevi aşkından habersizken, karşısına çıkan alımlı, eski aşkını andıran bu kıza duyduğu çekim sonucu öyle sanmıştı.Eğer zamanında müdahale etmezse yüreğinde daha büyük yaralar açabilecek sinsi ve davetsiz bir misafiri yüreğinin tahtına oturtup, emir yetkisi veriyordu ona böylece.
''Bakın, adınızı dahi yeni öğrendim ve biliyorum ki beni deli sanacaksınız az sonra. Yalnızca bir dileğim olacak sizden. Ne olur ben sözlerimi tamamlamadan kalkıp gitmeyin yanımdan. Bir dinleyin sonra dilediğinizi yapın.'' dedi Selim. Ezgi şaşkın gözlerle Selim'e baktı ve ''Anlayamadım, ben buraya şey için...'' dedi ve çantasındaki günlüğü buldu eliyle çantasının içini yoklayıp. Selim o sırada sözünü kesti ve '' Siz benim için çok değerlisiniz, yani benimle daha yeni tanıştınız ne değeri diyebilirsiniz ya da bunu her kıza çektiğim bir numara sanabilirsiniz ama inanın değil. Sevgilimden ayrılalı 1- 1,5 ay oluyor ve o zamandan beri hiç bir kıza size baktığım gözle bakamadım ama siz... siz çok güzelsiniz.'' dedi Selim bir solukta. Ardından susup, Ezgi'nin vereceği. cevabı beklemeye koyuldu. (devam edecek)

Aşk (2. Bölüm)

Merhaba yeni dert ortağım, sevgili defterim. Bugün verecek Ezgi günlüğümü Selim'e. Eski defterim Selim'in olacak artık. Dolayısıyla benim yeni bir dosta ihtiyacım olacak. Çok sevdiğim eski dostum, aşık olduğum adama beni, hislerimi anlatmak üzere benden uzakta ne de olsa. Kuzenim Ezgi'yle yolladım onu sevdiğim adama. 15 gün boyunca günde 2 sayfa olmak üzere okuyacak yazdıklarımı ve sonucunda ya umursamayacak beni ve kendi karanlığıma hapsedeceğim ben kendimi ya da birlikte mutlu sona ulaşacağız, bakalım. Sen bilmezsin ama eski dostum meslektaşın iyi bilirdi tarih atmaktan pek hoşlanmam ben günlüklerime. Küçüklüğümden beri tarih derslerini de sevmezdim. Yani tarihlere kapılıp gitmek, tarihleri kafaya takmak hoş değil bence. Ben Selim'e karşı böyle büyük bir aşk duyarken bir de tarihleri taksam kafama iyice çekilmez olur herhalde onsuz hayat bana. Şu tarihte tanışmıştık, şu tarihte Pelin'den ayrılmıştı falan filan diye gün sayar dururum. Bu yüzden 1. gün 2. gün diye yazarım günlüklerimi hep. Olur da 1 2 gün atlarsam arada 3. günden sonra 5. gün gelebilir bu yüzden. Eee bunlar bu şekilde karışır tabi. Bu yüzden ilk günün tarihini göz önünde olmayan bir yere not ederim ki sonraki günlerde kaçıncı günde olduğumu çok zorda kalırsam oraya bakıp hesaplayayabileyim. Bu sayede her dk, günlüğümü her açışımda bana bir şeyler anımsatacak tarihlerle burun buruna gelmekten kurtulmuş olurum. Neyse işte bugünün tarihini de not ettim bir yere meraklanma yani... Çok heyecanlıyım, ne olur aşkıma karşılık versin Selim. Ama o hala Pelin'i seviyor. Ya hiç anlamazsa değerimi. O zaman arkadaşlığını da kaybederim. Yüzüne bakamam bir daha. O yüzden eğer aşkıma karşılık bulamazsam ona izimi kaybettirip, her şeyi bir kenara itip, çekip gitme kararım en doğrusu galiba. Yani günlüğümün sonlarına doğru beni seviyorsa beni bulması için belirttiğim tarihte bana ulaşmazsa...(devam edecek)

Aşk (1. Bölüm)

Aylardan temmuzdu, güneş parlaktı, herkesin neşesi yerindeydi. Denizde güle oynaya yüzüyordu insanlar, bazıları top falan oynuyordu. Kiminin çocuğu vardı yanında, kiminin kocası, kiminin sevgilisi, ailesi, arkadaşı... Selim ise bir ayrılığın kırdığı kalbinin parçalarını bir araya getirmek umuduyla gelmişti buraya. Güneşin sıcaklığının yaz sıcağında buz tutmuş kalbini ısıtacağına inanmak fazlasıyla pollyannacılık olurdu elbette ama böyle zamanlarda içine kapanırdı insan ve ona uzanacak bir dost eline muhtaç olurdu. Ona dost elini uzatansa Deniz olmuştu.
Dikili'de yazlığı vardı Deniz'in, ailesiyle yaşıyordu. Okulda Selimle konuşurken yazlıkta kaldıkları sitenin sıkıcı bir yer olduğundan, burada yaşıtı, arkadaşı olmadığından hayıflanıp dururdu hep Deniz. Aslında dışarı çıkmaya, gece hayatına alışkın değildi. Küçükken ailesi sıcak bakmazdı bu durumlara şimdiyse alışkanlıktan olsa gerek kendi çıkmazdı pek dışarıya denize gitmek dışında. Ee haliyle arkadaş edinemez, evde oturup, ya da sahilde tek başına güneşlenip sıkılırdı bütün yaz. Ailesi olurdu çoğu kez yanında ama çok sevse de ailesini nasıl arkadaşlar ailenin yerini tutamazsa aile de arkadaşların yerini tutamazdı işte. Deniz hep bu hislerinden bahsederdi Selim'e. Bu yüzden anne, babasının yurt dışındaki abisinin yanında kalmaya gittikleri bu yaz Deniz'in, Selim'in ayrılığın açtığı yaralarını sarmayı umduğu bu yere Selim'i getirmesi bahanesi sayesinde zor olmamıştı. Selim, Deniz'in burda çok sıkıldığı ve bir arkadaşa ihtiyaç duyduğuna dair bahanesine kolayca inanmış, buraya avutulmaya getirildiğini anlamamıştı. Aslında Deniz'in içinde kendisine bile zor itiraf ettiği hisleri vardı ne zamandır Selim'e karşı. Bir defterin en yakın dost oluşu çok klişe gelecek olsa da size, Selim kendisini Deniz'in en yakın dostu sanarken Selim'e asla itiraf edemeyeceği duygularını bile paylaştığı en yakın dostu olmuştu günlüğü Deniz'in. Selim Deniz'in yanında kalmaya başlayalı 1 ay kadar olmuştu ve Deniz ona karşı çok anlayışlı, çok misafirperver davranmıştı. Selim'in Pelinle ilgili duygularını aşkına rağmen kan kusup kızılcık şerbeti içtim dercesine inanılmaz bir tahammülle dinlemişti defalarca. Selim halinden oldukça memnundu bu yüzden. Günde 3 saat yalnız kalmak istiyor, soluğu plajda alıyor ve denize bakarak Pelin'i düşünüyordu Selim yalnızca. Bunun dışındaki zamanının tümünü Deniz ile geçiriyordu. Deniz onu 3 saat yalnız bırakmayı da kabul etmişti. Ama bir gün Selim'in Pelin'e olan duygularını anlattığı bir mektup bulmuştu ve bu işin böyle devam edemeyeceğini anlamıştı. Bugüne dek onunla yalnızca arkadaş kalıp, yanında, yakınında bulunmayı şans saymıştı kendine ama artık bunun ruhuna acı çektirmekten başka bir şey olamayacağını anlamıştı.
Uzak durmak zorundaydı artık Selim'den. Ama aynı evde yaşıyorlardı, nasıl yapabilirdi ki bunu? Kovmak geldi içinden önce onu, defol git burdan demek istedi ona içinde bir yerler. Ardından böyle bir bencilliği yapamayacak kadar aşık olduğunu farketti. Ancak kendi terkedebilirdi kendi evini. Ama bunu da Selim'e haber vermeden yapamazdı. Hala onu düşünüyordu mazoşist ruhu. Ama onınla tekrar konuşmaya gücü de yoktu. Bir emanet bırakmaya karar verdi bu yüzden Selim'e gidişini haber veren...
Selim günün kendine ait 1,5 saatini doldurmuştu ki sarışın ela gözlü, daha önce görmediği, Deniz'in emanetini ona ulaştıracak olan kız yanına yaklaşıp''Merhaba'' dedi. (devam edecek)

Hayat (1. Bölüm)

-Şimdi kalkacağım zaten anne, gerek yok battaniyeye.
-Anne mi annene benzer mi halim mi var ayol?
Gözlerimi açtım, karşımdaki Demetti ve tabii ki anneme benzemiyordu. İstese de benzeyemezdi. Dünyada en sevdiğim kadın olan anneme biraz olsun benzese beni ondan uzaklaştıran eksiklikleri duymazdım zaten.
– Pardon Demetçiğim. Rüya görüyordum da.
–Sızıp kalmışsın tatlım burada ya, o gürültüde nasıl uyudun anlamadım ya zaten. Parti az önce bitti.
İnsan sıkılınca gürültü falan dinlemiyor, uykuyu bir kaçış biliyor da nasıl söyleyeyim ben bunu sana? Eve gitsem iyi olacak ama şimdi kal da kal diye tutturacaksın…
-Ben, eve gitsem iyi olacak.
-Nereye tatlım? Film izlerdik…
-Aklım Umutta kaldı, bakıcı yanında ama yine de içim rahat değil. Geceleri bensiz uyuyamaz o.
-Aman bakıcı yanındaymış madem, niye takıyorsun aklına. Romantik komedi mi, gerilim mi?
-Umut uyuyamazsa hemen hasta oluyor, bünyesi çok zayıf.
-Umut da Umut ben de yalnız kalınca çok mutsuz oluyorum bu umurunda mı peki senin?
- İşte sen hep böylesin!
-Nasılım?
-Bencil! Bıktım bu tavırlarından. Ben hayatımı sana adayan biri olmalıyım sana göre.
-Beni eskisi kadar sevmiyorsun demek. Demek ağır geliyor artık sana hayatını bana adamak?
-Ben sevdiğim kadına hayatımı adarım ama… Anlamıyorsun demek istediğimi.
-Bir de geri zekâlı olduk demek Rüzgâr Bey. Ne mutlu!
- Sana hayatımı adayacaksam senin de kendininkini bana adaman gerekir. Ama fedakârlık yapan hep ben oluyorum. Ben 30 yaşında bir adamım. İşten arda kalan tüm günümü köpek gezdirerek, alışveriş yaparak, partilerde dans ederek, film izleyerek geçirmek bana göre değil anlasana.
- Sanki bu saydıklarını çok yaptığın var da... Benim terfiimi kutladığım partide içerdeki odada uyuyakalıp beni yalnız bırakıyorsun. Alışveriş merkezlerinde kabinde çabucak giyiniyorum Rüzgâr Bey beni beğensin diye dışarı çıkıyorum, yoksun. Neymiş efendim kapının önünde sigara içiyormuşsunuz. Kırk yılın başı bir film izleyelim dedik, çocuğunuz sizsiz uyuyamazmış, eve koşun da 7 yaşına gelmiş çocuğu ayağınızda sallayın bari!
-Çocuğuma, ona içimin titreyişine bakışın, saygın bu işte. O benim hayatım, hayatımı sana adayayım istiyorsun oğlumu sevmek, hayatını benimle birlikte ona da adamak zorundasın.
-Bu yaşımda işi gücü bırakıp çocuk mu eğlendireyim, derdin ne? Mutlu mu olacaksın ben sahtece ilgi gösterince oğluna?
-Gerçekten sevemezsin onu değil mi? Gerçekten ilgi gösteremezsin? Beni de sevmiyorsun zaten, alışveriş merkezlerinde, partilerde koluna taktığın bir figürüm yalnızca.
-Ben kadın olarak bu kadar alıngan, duygusal değilim hayatım, saçmalama, otur şuraya.
-Ben gidiyorum Demet, hoşça kal…
Demet arkamdan koşarken kapıyı çarpıp çıktım. Benim isteğim hayat bu değildi, hayalim, özlemlerim bunlar değildi. Asansörü çağırdım fakat Demet’in ısrarlarından, tartışmayı devam ettirme isteğinden bir an önce uzaklaşma düşüncesiyle asansörü beklemekten vazgeçip merdivenleri süratle inmeye başladım. (devam edecek)

Kapan (Bölüm 1)

Ben mi güzeldim, hayallerim mi? Ya da talihim mi? Yaşadıklarım mı, yaşayacaklarım mı yoksa pişmanlıklarım mı güzeldi? Belki hepsi güzeldi, belki hiçbiri... Verdiğim kararın yanlış mı doğru mu olduğunu bilmiyordum. Belki burda tek başıma ölecek ve hiç bilemeyecektim, belki zaten bilmek istemezdim ya da belki deli gibi isterdim... İnsanı öldüren bu belirsizlik dalgası kafamdayken dahi herşeyi değiştiren o günü düşünmeden edemiyordum. Çünkü o gün benim miladımdı.Belki pozitif yönde etkilemişti hayatımı, belki negatif. Bunu belki yaşayarak görecektim, belki de yaşamadığım için göremeyecektim. Her zaman bir seçim hakkımın olacağını ve bu seçimi her zaman hür irademle yapacağımı düşünen ben bile bu kez bir kapana kısılmıştım. Bir cani,sapık ruhlu, acımasız bir katil tarafından ustalıkla hazırlanmıştı kapanım belki. Belki de tamamen doğaçlama gelişmişti. Beni orada öyle görmüş ve sonra, karar vermişti. Beni seçmesinin nedeni neydi? Belki tanıdığım biriydi belki hiç görmediğim biri. Hakkımdaki planları neydi? Bu soruların yanıtını hiç bulamayacaktım belki. Ama eğer öyle olacaksa neyi beklerdi bir insan? Bir an önce ne olacaksa olup bitmesini istediğim günler oldu. Sonucu ne olursa olsun -ölüm bile- burada neyi beklediğimi bilmeden beklemekten daha iyi gibiydi. Tamam benim bekleyişim çaresizdi peki bu adam neyi bekliyordu? Belki de kadındı... Belki insan bile değildi! Öyle ya hiç görmemiştim onu.
İlk kez başaramadım hayal kurmayı. Sonucu belli olmayan bu yolda umutlanıp sonuç farklı olunca iki kere ölmekten korkuyordum. Gerçi öldükten sonra yakılan ağıt boşa değil miydi? O acıyı tekrar tadamazdım ya. Belki de tadardım. Öldükten sonra kimseyle irtibat kurulmamıştı ne de olsa. Belki de acısız bir ölüm olurdu benimki. Peki, kesin ölür müydüm?
Buraya geleli ne kadar olmuştu? Aklımı kaçırmak üzereydim ve haklı şekilde tüm hesaplarım da şaşmıştı. Gerçi bir manyağın elinde ölümü beklerken günlerden ne olduğu kimin umrundaydı ki?
O gün bir umutla başlamıştı her şey aslında. Kimine göre delice ama bence kesinlikle yerinde bir umutla... Çantamı alıp o evden çıktığımda hiçbir şey yapmak yoktu aklımda. Anlık bir öfkeyle karar vermiştim ve verdiğim kararın detayları önemsizdi. Önemli olan detaylar değil sonuçtu, sonuçsa hemen gitmem gerektiğiydi.
Nereye gittiğim, ne yapacağım gibi konular ilk etapta detay gibi görünse de çok geçmeden sonucu belirleyecek kararlar oldular. Bavulum elimde yürürken anayola çıktığımı farkettim. Arabalar yoldan vızır vızır geçerken korkudan ellerim titriyordu gecenin ayazına rağmen. Genelde bu saatlerde sıcak yatağımda olduğumu göz önünde bulundurursak korkum yersiz sayılmazdı. Ayrıca gecenin üçünde tekin olmayan sokaklardan birinin çıktığı yolu bu denli işlek yapacak herhangi bir sebep yoktu ve bu insanların burada ne aradığı da merak konusuydu. Belki yanımda babam olsa merak edip sorabilirdim bu yolun nereye çıktığını ama şimdi yalnızdım. Geceyi bu kadar korkutucu kılan da buydu. Yalnızlık... Daha önce hiç uyanmamıştım ki bu saatte ya da ve yalnız kalmamıştım uyumadığım zamanların haricinde... Hep yalnızdım ben aslında. Ne doğru düzgün arkadaşım olmasına izin verilmişti ne de ailem bana bir gün olsun insan gibi davranabilmişti. Ama ruhsal bir yalnızlıktı bu. Somut bir acı şeklinde ve korkuyla birleşmiş olarak en ağır haliyle göğsümde hissettiğim bu dayanılmaz acı ise hem fiziksel hem ruhsal bir yalnızlıktı. Bu düşünceler arasında kaybolmak üzereyken çalınan kornalarla irkildim. Amaçları belliydi. Benim şey olduğumu sanmışlardı, şey... Geç bir saatte biraz da tenha olan bir yol kenarında bir kadın gördüler mi hemen yapıştırıverirlerdi damgayı. Hiç kabul edilmese de saplantılı bir feminist gözüyle bakılırdı böyle konuşanlara ama böyle bir durumda dahi bizi suçlamayı iyi bilirlerdi. Tabi canım kadın kısmının ne işi vardı bu saatte dışarda? (devam edecek)